BAKTIKÇA / A. Kemal KAŞKAR –
14 Temmuz 2020 Salı günü aramızdan ayrılan Adalet Ağaoğlu için bir veda yazısı yazmaya çalışırken, bir ara konu başka bir yere doğru uçup gittiydi … ‘Sevgili ülkemin tarih içindeki yolculuğunda aydın/yarı-aydınlarımızın savruluşları’ arabaşlığı altında ele alınabilecek bu konuyu bir kenara ayırıp üzerinde ayrıca çalışmaya karar verdiydim o ara. Çünkü bu, çok önemli, yani ‘başlı başına ana başlık’ olabilecek düzeyde bir arabaşlıktı … Çokça gecikmeden konuyu fazlaca uzatmamaya çalışarak şöyle bir toparlamaya çalıştım …
…
‘Hayır!’ diyebilmek riskli iştir. Bunu, doğrudan muhataplarına, onların yüzüne yüzüne söyleyebilmenin tarihsel değeri çok yüksektir ama bir o kadar da yüksek riskler taşır. Belli tarihsel dönemlerde, döneme egemen olan ‘ruhla’ “Hayır!” sesleri artar ve olabilirse ‘toplumsal-siyasal-ekonomik-kültürel’ bakımdan dönüşümler, hatta devrimlere de o seslerin arasından yürünüp gidilir. Tarihe, ancak ve ancak ‘risklerin göze alınabilmesi’yledir ki değer katılabilir. Aksi durumda zaman geçer, fırsatlar kaçar, geriye ‘laflar’ kalır! Şimdilerde, geçmiş zamanlarda neler neler yapmamış olanların ‘peynir gemilerini lafla nasıl da yüzdürmeye çalıştığı’na ilişkin bir çalışma-çatışma alanı olarak ‘sosyal medya’, bu anlamda çok büyük ölçüde, olsa olsa ‘sos etkisi’ göstermektedir. (Elbette böylesi bir dile getiriş, ‘sosyal medya’nın sosyal-siyasal etki gücünü yadsıma, yok sayma anlamında anlaşılmamalıdır.)
Kısacası, tarih içindeki yolculuklarımızda karşımıza-önümüze birçok kez fırsatlar çıkmışken (sonra sonra kaçma-terketme gerekçesi olarak kullanılan ‘gençlik heyecanı’ gibi bir deyişle kendisine çok ama pek çok ayıp ettiğimiz; incecik dalların, filizlerin boy attığı gençlik yıllarımızda bile!) yeterince ‘hayır’ den-e-memiş bir tarihten söz ediyorum … Bu noktada ‘referandumlar’ önemli olduğu kadar kolay bir ölçüttür de:
Cumhuriyet tarihi boyunca yapılmış olan 6 referandumdan sadece birinde ‘HAYIR’ diyebilmiş bir toplumuz biz.
‘Referandumlarda ‘evet’ dediklerimizden sonra sonra pişman olmuş, utanmış ya da her neyse işte, ama bir türlü yaptıklarımız ya da bir türlü yapamadıklarımızla yüzleş-e-memiş, özeleştiriyle kendimize çekidüzen verememiş bir haldeyiz halâ daha … (Az önce özetlemeye çalıştığım tablo içinde değerlendirilmesini önerdiğim ‘sosyal medya’ alanındaki yüksek cesaretimize ise diyecek bir şey yok!)
Durumumuzun dar anlamda özeti bu!
…
60 yılda 6 referandum!
Cumhuriyet tarihinde şimdiye kadar 6 kez referandum yapılmış. Sevgili vatandaşlarımız, bu referandumların 5’inde “evet” derken sadece birinde “hayır” demiş.
1961 Anayasası
Cumhuriyet tarihimizin ilk referandumu 1961 yılında yapıldı. Ülkemizin, önceki ve sonraki tüm anayasalarına göre ‘özgürlükçü-demokratik’ olarak değerlendirilen 1961 Anayasası için seçmenlerin % 77’sinin 9 Temmuz 1961 tarihinde sandık başına gittiği bu referandumdan % 62 evet, % 38 hayır oyu çıktı ve böylece 1961 Anayasası kabul edilmiş oldu. (Buradaki ‘evet’i sosyo-politik eksende tarihsel olarak diğerlerinden ayırmak gerektiğini düşünenlerdenim. Elbette, o sıralarda 2-3 yaşlarında bir vatan evladı olarak o tarihsel sürecin ülkemizin bugünkü fotoğrafına yansımaları üzerine genel tarih anlayışım ve siyasal tercihlerimle yazabileceğim birçok başka şeye hiç girmiyorum …)
1982 Anayasası
“1961 Anayasası”nın ülkemize ‘çok bol’ geldiği, sosyal-siyasal gelişmenin bu nedenle ekonomik gelişmenin önüne geçip de ülkemizi huzursuz ettiği iddiaları eşliğinde 1971 darbesinin ardından yapılan ‘daraltmalar’ın sonrasında 12 Eylül darbesiyle başlatılan dönemde ‘yeni anayasa’ hazırlanıp 7 Kasım 1982 tarihinde referanduma sunuldu.
Yaşım ve de “başım” gereği en çok anımsadığım dönem olarak 12 Eylül darbesinden sonra hazırlanan 1982 Anayasası için 7 Kasım 1982 tarihinde yapılan ve çok yüksek düzeyde (yüzde 91.3) katılım olan referandumda ‘evet’ diyen vatandaşlarımızın oranı 91.4 iken ‘hayır’ diyenlerin oranı 8.6’da kalmıştı. O günlerde Aydın-Muğla ve İzmir’in belli yerlerinde, ön ve arka yüzünde: “Namluların gölgesinde Referandum Aldatmacasına HAYIR! Anayasa’ya HAYIR!” yazılı el ilanlarını dağıtırken, ağır darbe almış ve etkisi çok azaltılmış bir ‘devrimci hareket’i ayakta tutmaya çalışıyorduk! Ödemiş’te, sevgili eşim Ayşegül’le kaldığımız evde serigrafi yöntemiyle tek renk olarak kırmızı bastığımız o el ilanlarının basıldığı yeri bulmak için Aydın ve Muğla’da bazı matbaalara baskınlar düzenlenmişti … Ortalık ayağa kalkmış, adeta yer yerinden oynamıştı … Sonraki yıllarda o anayasaya evet diyen ‘ezici’ çoğunluğun içindekiler, boşuna-çaresiz bir şekilde kendilerini ‘kişiliğin ezik hali’nden kurtarmaya çalışmış, sonraki adımlarda da ‘yetmez’ deyip ‘ama’ ile sürdürenler de dahil olmak üzere ‘türlü türlü evetçilik’ egemenliğini sürdürmüştü. (Ne yazıktır ki böyle böyle, ülke tarihimizin “aldatılmış-kandırılmış-yanılmış-aldanmışlar” tarafından yazılması yönündeki güçlü geleneğin önü bir türlü alınamamaktadır …)
Böylesi bir ‘büyük eziklik’le yoğrulmuş-yorulmuş toplumsal bilinçaltımızın da etkisiyle oluşupduran kötü tablolar içinde ‘12 Eylül Anayasası’na ‘evet’ oyu verdiğini ‘özeleştiri’ amacıyla kaç kişi açıklayabildi ki? Çok ama çok az… Sanırsınız ki kimsecikler o oylamada ‘evet oyu kullanmamış’!? …
O referandumda ‘evet’ diyenler, aynı zamanda faşist cuntanın başındaki darbeci general Kenan Evren’i cumhurbaşkanı olarak da seçmişlerdi. Sonraki yıllarda bırakın bu denli yüksek oranda kabul görmüş anayasaya sahip çıkılmasını, darbeci cumhurbaşkanı Evren de sahipsiz ve ‘siyaseten kimsesiz’ bırakıldı, kaldı. Yıllar içinde kendisini hayırlarla yadedenlerin sayısı giderek azaldı ve nihayet cenazesine gidilmeyen biri olarak tarihe gömüldü!
1987 referandumu
6 Eylül 1987 tarihli referandum, 1982 Anayasa’sının siyasi parti liderleri ve yöneticilerine getirilen 10 yıllık siyasi yasakların kaldırılması için yapıldı. 93.6 oranında rekor bir yüzdeyle oylamaya katılan seçmen vatandaşların yüzde 50.16’sı yasakların kaldırılması yönünde “evet”, yüzde 49.84’ü ise yasakların devam etmesi yönünde “hayır” oyu kullandı. “Evet” ile “Hayır” oyları arasındaki fark sadece 75 bin 66 oy idi. (Bu referandumdaki ‘evet’ de ülkemizin darbeli tarihinin bir ürünü olarak, siyaset unsurlarına sürekli hiza-istikamet verilmeye çalışılan, ayar tutturulamayan özgün bir tarih tablosunun eseri olarak görülmeli. Bu bakımdan, 1961 Anayasası referandumundaki gibi, doğrudan anlamından daha çok ‘yan anlamları’ üzerinde yoğunlaşan değerlendirmelere konu edilmeli bence …)
İlk ve tek: Yüzde 65 Hayır!
Tarih 25 Eylül 1988. Dönemin Başbakanı Turgut Özal tarafından bir tür ‘siyasi hamle’ olarak projelendirilen referandumda yerel seçimlerin 1 yıl öne alınıp alınmaması seçmene soruldu ve katılımın yüzde 88,8 oranında gerçekleştiği bu referandumda oy kullanan seçmenlerin “yüzde 65’i ‘hayır’ yüzde 35’i ‘evet’” dedi. Referandum karnemizde görüp görebileceğimiz ‘Tek Hayır’ da budur işte!
21 Ekim 2007
İktidarının 5’inci yılındaki AK Parti, 21 Ekim 2007 tarihinde yapılan ve katılımın yüzde 67 olduğu referandumda bu kez seçmenlere “Cumhurbaşkanını halk seçsin mi? Milletvekili genel seçimleri beş yılda değil dört yılda bir yapılsın mı?” diye sordu. Bu sorular ekseninde 1982 Anayasasında yapılmak istenen değişiklik yüzde 69 ile kabul edildi. Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesine karşı çıkanların oranı ise yüzde 31’de kaldı.
Ve 12 Eylül 2010 …
12 Eylül 2010’da AK Parti iktidarının hedeflediği anayasa değişiklikleri, katılım oranı % 73.7’lerde kalan referandumda % 57.88 evet, % 42.12 hayır oyu ile kabul edildi. Bu oylamadan geriye kalan, yani en çok anımsanan iki konu, sonradan darbeci-terörist olarak tarih sahnesine çıkacak olan FETÖ elebaşı Fethullah Gülen’in, “mezardakilere bile ‘evet’ oyu verdirilmesi” yönünde çok güçlü bir ‘evetçi coşku’içinde olması ve bir de, bir grup sözde ‘solcu-muhalif’in ‘yetmez’ dedikten sonra ‘ama’ diye sürdürüp ‘evet oyu’ kullanmasıydı … Böylece siyaset tarihimiz, “yetmez ama evetçilik” diye anılan-adlandırılan ‘yeni bir evetçi tavır’la tanışmış oldu.
Geçen hafta, ‘ak saçlı bir aydınımız’ olarak son yolculuğuna saygıyla uğurladığımız Adalet Ağaoğlu’nun, 12 Eylül 2010 referandumunda “yetmez” dedikten sonra “ama” diye sürdürüp ‘evet’ oyu kullananlar arasında oluşu hakkında: “Bu benim belki de son enayiliğimdi” özeleştirisine ‘ender bir örnek’ olarak bir kez daha dikkat çekmeliyim. Hepimize her zaman lazım olan-olacak bir ‘içtenlik örneği’ olarak …
Sözün özü: Böylesi bir tarihsel akış içinde ne kadar çok ‘hayır’ denirse yaşamın o denli güzelleşeceğini düşünenlerdenim. Bu anlamda ‘101 Ak Saçlı’nın açıklaması çok değerlidir …
“Osmanlı Cumhuriyeti”!?
Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın, sonradan ‘onu demedim’ açıklaması yapmasına rağmen, Kurtuluş Savaşımız hakkında, “Keşke Yunan kazansaydı” olarak özetlenebilecek ‘tarih anlayışı’na duyduğu sempati de eklenince ‘kuvvetli şüphe’ yaratan en son kılıçlı açıklamaları sonrasında bir iki cümle kurmak zorundayım.
İşgal altındaki İstanbul’da, Dolmabahçe Sarayı önünde demirlemiş İngiliz donanmasına bakıp da söylediği “Geldikleri gibi giderler!” sözü, Atatürk’ün tarihsel değeri çok yüksek sözlerinden biridir … Gitmemiş, gönderilememiş olsalardı, Ata Demirer’in “Osmanlı Cumhuriyeti” filmindeki trajik-komik senaryo, başımıza örülecek çoraplar bakımından elbette çok ‘hafif’ kalırdı!
Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın, Erbaş’ın adını anmadan instagram hesabından, bir Atatürk fotoğrafı eşliğinde yayınladığı mesajda, “Kimsenin şüphesi olmasın; hukukunu müdafaa edemeyecek tarihi büyüklerimizin savunmasını tarihçiler ve tarih bilenler yapacaktır” sözlerinin yanına, aldığı maaştaki katkı payımı helal etmediğimi ve ‘derhal görevden ayrılması-alınması’ yönündeki dileğimi eklemek istedim!
‘İyi bayramlar’
Geçende Milas Belediyesi’nin twitter adresinde (T.C. Milas Belediyesi (@MilasBelediyesi) · Twitter) kısa bir gezinti yaparken, BAKTIKÇA’da ille de yer vermeden edemeyeceğim iki paylaşıma rastladım … Bir tür ‘bayram kutlaması’ niyetine paylaşıyorum …
Bu arada, sevgili Milas ile ilgili birçok çok güzel, etkili fotoğraf ve görüntünün varlığından da mutluluk duydum … Emeği geçenlere teşekkürlerim ve izinleriyle …
İlki şöyle:
Diğeri ise şu: