Tayfun TALİPOĞLU / Deneme-İnceleme Gezi / Halk Kitabevi / Haziran 2016 / 168 sayfa
Ayşegül KAŞKAR –
“Yollar uzun, memleket şartları çetin, biz artık gidelim …”
O’nu en çok bu sözleriyle anımsıyoruz, anımsayacağız …
2017 yılı Mart ayında, çok genç yaşta son yolculuğuna uğurladığımız ‘yol habercisi’ meslektaşımız Tayfun Talipoğlu’ndan söz ettiğimizi anlamışsınızdır herhalde …
Yıl 1962 …
1962 yılında Kars’ta doğan Tayfun Talipoğlu, İlkokulu Malatya Şeker ve Eskişehir Yunus Emre ilkokullarında okudu. Ortaokulu Eskişehir’de, liseyi Ankara Atatürk Lisesi’nde tamamladı. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü’nden 1983 yılında mezun oldu. Siyasi görüşleri nedeniyle kaymakam yapılmadı ve bu süreçte kargoculuk, Ankara’da düğün salonlarında ve pavyonlarda orkestra solistliği gibi birçok değişik iş yaptı. Milliyet Gazetesi’nde muhabir olarak başladığı gazetecilik yaşamını önce Star 1’de, sonra ATV’de muhabir olarak sürdürdü. 1995 yılından itibaren, önce ATV’de 1999’dan sonra da NTV’de Bam Teli programını hazırlayıp sunarak mesleğine devam etti. Takvim, Yeni Yüzyıl, Cumhuriyet gazetelerinde köşe yazarlığı da yapan Talipoğlu, evli ve bir çocuk babasıydı …
Benim Yolum, Ne Çoktular Ne Kadar Çocuktular, Eskiyen Yüzümün Yeni Gülümseyişi, Çoluk Çocuk Yazıları, Eşekle Gelen Aydınlık yayınlanmış kitaplarıdır. Talipoğlu’nun, Seyyah ve Bam Teli Yol Müzikleri adlı şiir ve türkü kasetleri de vardır.
Haziran 2008’den itibaret TRT-1’de Bam Teli programının yanı sıra “Nasılsınız” adlı tartışma programını da yönetmiştir. 2015 genel seçimlerinde CHP’nin 5. sıradan Aydın Milletvekili adayı olan Tayfun Talipoğlu 2007’den 2017’ye kadar ‘UNICEF Türkiye İyi Niyet Elçisi’ olmuştur.
21 Mart 2017 tarihinde gece saat 02:30’da İzmir’deki evinde fenalaşıp Katip Çelebi Üniversitesi Hastanesi’ne kaldırılan Talipoğlu, henüz 55 yaşında iken aramızdan ayrıldı ne yazık ki …
“… Benim Yolum, ’80 kuşağından bir kesit aslında …”
Anadolu’da yaptığı gezileri, röportajları, anlatıları derlediği kitabın arka kapağındaki tanıtım yazısı şöyle:
“Başındayız biliyorum, sonu da yok bu yolculuğun. Nöbet sırası bizdeymiş gibi geldi bana. Çünkü gördüm ki en çorak toprakta biten ayrıkotu bile bir şeyler aktarmakta kuşağına… “Dane” vermeden gitmek bize yakışmaz, haksızlık olurdu ustalara… Boşuna mı çekilmişti bunca emek, bunca hasret? “Danelerden biri”ysek, kendi çapımızda bir tomurcuk da biz vermeliydik… Öykülerimizi anlatırken sizi sıkmadan mesajlar iletmeliydik satır aralarında. Çünkü “gökten düşen elma” kalmadı. Hepsini bölüştüler çoktan… Yaşadığımız hiç bir olay yeni değil. Nedenleri, sonuçlarından daha eski. O gün anlattıklarımızı duymazlıktan, görmezlikten gelenler, sorumluluklarını çoktan unuttular. Onlar şimdi şikayetçi. Benim Yolum, ’80 kuşağından bir kesit aslında. Yolun, sadece adı benim. Hepimiz aynı yoldaydık oysa …”
…
Saygıyla, sevgiyle anıyoruz …
“Yol Hikayesi, Bam Teli …”
…
Bir eksik vardı tüm televizyonlarda.
Hep İstanbul…
Hep Ankara…
Çok az da Anadolu.
Anadolu da bir dakikalık haberlerde, gariplikleriyle, üç kollu çocuk ya da cinayetlerle…
Haber olabilmek için illa da olağandışı bir şeyler olmalıydı oralarda.
Oysa Anadolu insanının olağan yaşantısı “haberin ta kendisi”ydi.
Sorunlarının sorun olduğunun farkında olmayan bu insanlar, gidişatı kader bellemişlerdi.
Güzel şeyler yapıyorlardı çoğu zaman.
Kimse ilgilenmiyordu “meşhur” olmadıklarından.
Çıkarmıyordu sesini.
Hep tercüman arıyordu.
Çünkü bu zamana kadar onlar adına hep birileri, konuşanlar vardı.
Oysa bir gidilse, yüreklerini ayaklarına sereceklerdi.
Onlardan hep “seyirci olmaları” istenmişti.
Ve sahanın etrafı tel örgülerle çevrilmişti…
Onlar adına “seyirlik” diye onlara sunulanlar, ya bedenlerini ya duygularını sömürmeye yönelikti.
Seçtiklerine köle oluyor; hesap soracaklarına hesap veriyorlardı.
Hızla değişirken dünya, kul gibi yaşamayı “yazgı” diye kabulleniyorlardı.
Ve Mehmet Ali Birand’ın deyimiyle, beni “aileden biri” görüyorlardı.
Ailenin biraz okumuş oğlu olarak, yaşamalıydım onları ve yansıtmalıydım güzelliklerini, sorunlarını…
Dediğimi yaptım.
Şöhretlerin olmadığı, Anadolu’yu yaşayanların ve yaşatanların bir programı olmalıydı.
Ama kolay olmadı.
Olamazdı da.
Doğru zaman ve doğru yerdeydim bu kez.
Kendiyle barışık, komplekssiz yöneticileri bir arada yakalamak kolay değildi.
Cipe atlayıp çıkacaktım yollara.
Ama bir muhabirin program yapması kolay mı?
Yavuz Onursal ve Yüksel Onural’ın “hadi” demesiyle, Baki Şehirlioğlu’ndan başlayarak, sırasıyla Ayşenur Aslan, Ali Kırca, Ekrem Çatay, Fatih Ediboğlu ve patronum Önay Bilgin’e açtım durumu.
Zaman alsa da yola çıkışım, kişilerden değil, teknik imkansızlıklardandı.
Sponsor firma Nissan’dan bir cip aldım.
Kısmete bakın!
Stardaki ilk deneyimimdeki arabanın aynıydı.
Ekip kurulması gerekti.
Adı konacaktı programın.
Anonslarım geldi aklına eşim Filiz’in:
“Bam teline basıyorsun son anonslarda. ‘Bam Teli’ diyelim adına” dedi.
“Yol Hikayesi” eklendi ikinci programda.
Olduk “Yol Hikayesi – Bam Teli …” (Sayfa 143-145)