Hüsnü MAHALLİ / “Uzunca bir Köşe Yazısı” / Siyah Beyaz Yayınları / 2019 / 285 sayfa
A. Kemal KAŞKAR –
Hüsnü Mahalli 23 Mayıs 1949’da Suriye’nin Cerablus şehrinde doğmuştur ve Türkmen Barak aşiretindendir. Orta Doğu ve siyaset uzmanı, akademisyen, gazeteci-yazar Mahalli, İstanbul Üniversitesi Gazetecilik Yüksek Okulu’nu bitirdikten sonra aynı üniversitede yüksek lisansını, Uluslararası İlişkiler bölümünde de doktorasını tamamladı. Mahalli’nin tezinin konusu “Türk Arap ilişkileri” idi.
BBC, NBC gibi uluslararası televizyonların yanı sıra pek çok arap ülkesinde radyo, dergi, gazete, ajans gibi basın yayın organlarında görev aldı.
1 Temmuz 2013’te, Akşam Gazetesi’ne TMSF tarafından el konulması ardından gazetedeki köşe yazarlığı görevinden çıkarıldı. Sonrasında Cem TV kanalında Erol Mütercimler’in sunumuyla “Aynanın Arkası” programına katıldı. 2015 yılından itibaren Halk Tv’de Ayşenur Arslan ile birlikte, “Maniki Dünya” adlı bir program yaptı.
Hüsnü Mahalli, sosyal medya üzerinden devlet büyüklerine hakaret ettiği iddiasıyla 13 Aralık 2016 tarihinde açılan soruşturma kapsamında gözaltına alındı. Evinde arama yapılıp bazı dijital malzemelere konuyla ilgili olabileceğinden incelenmek üzere el konuldu. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturma kapsamında, “Twitter üzerinden devlet büyüklerine hakaret ettiği” iddiası ile 15 Aralık 2016 tarihinde çıkartıldığı mahkemede tutuklandı. Hakkında 1 ila 7 yıl arasında hapis cezası istenen Mahalli 20 Ocak 2017 tarihinde tahliye edildi.
Kitapları
Tezkereden Tezkereye Gerçekler, Ortadoğu’da Kanlı Bahar, Diren Suriye, Al Sana Bahar, Maniki Dünya, Misyon – Arap Baharı’nda AKP ve Arap İşi Demokrasi.
‘Arka Kapak’tan …
Hüsnü Mahalli, kitabının arka kapağında okuyucularına şöyle seslenmiş:
Bu kitap, bu coğrafyanın yakın tarihini toparlayan uzunca bir köşe yazısı olarak kaleme alınmıştır.
Dikkatli, özümseyerek ve bir bütün olarak okunduğunda her satırı çok daha anlamlı bulunur ve olaylar birbirine bağlanarak çok önemli ve derin sonuçlara varılır.
Moraliniz bozulur, uykunuz da kaçabilir ama umutsuz da yaşanmaz ki!
‘Mücadele’ sözcüğü onurlu insanlar içindir.
Bir kez daha söylüyorum:
Önlem alınmazsa ve gereği yapılmazsa gelecek zifiri karanlıktır.
Bu makus talihi-kaderi değiştirmek için gerçek yurtseverler hemen ortaya çıkmalıdırlar.
Her yerde çoklar ama özellikle Türkiye’de.
Yani Atatürk ülkesinde…
Bu coğrafyada ilk kurtuluş savaşının kazanıldığı ülkede…
Umudun asla yok olmayacağı topraklarda…
Hiç kolay değil ama mücadele etmek gerek.
Umut, irade ve kararlılık olmadan hiç olmaz.
Her şeyi kurtarmak için…
Kesin kurtarmaya…
Hepimizi ve herkesi…
Hep beraber yola çıkmak için…
Başka türlüsü de olmaz.
Onurlu yaşamak için…
Kitaptan …
Hüsnü Mahalli’nin, dünyanın Ortadoğusu ile yakındoğusundaki ülkeler ile Afrika’nın kuzeyindeki ülkelerde ‘demokrasi’ye benzemezlikleriyle ünlü yönetim şekilleri ve ‘Büyük Ortadoğu Projesi’-‘Arap Baharı’ “açılımları”(!?) ile ilgili değerlendirmelerini içeren bu çok aydınlatıcı kitaptan “Türk Usulü Demokrasi” başlıklı bölümü paylaşmak istedim sadece …
Kitabın, bir bütün olarak çok bilgilendirici ve ‘sürükleyici’ olduğunu da ekleyip noktalıyorum.
“Türk Usulü Demokrasi”
Elbette Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihini yazacak değilim. Konumuzla ilgili olarak demokrasinin gelişim sürecini özetlemek yeterli olur. Örneğin, çok partili sisteme geçilmesinden sonra bu ülkede neler yaşandı?
Özellikle Türkiye’nin “ABD oltasında balık” olduğu günlerden başlayarak…
Hani şu namı değer Amerikan zırhlısı Missouri’nin 5 Nisan 1946’da İstanbul ziyaretinden sonra…
ABD Başkanı Roosevelt’in Amerikan Zırhlısı Quincy güvertesinde 14 Şubat 1945’te Suudi Kral Abdülaziz ve bir gün önce Mısır Kralı Faruk’la buluşup “onları köleleştirmesinden” bir yıl sonra…
Ama özellikle 14 Mayıs 1950’de yapılan seçimlerden ve Menderes – Bayar ikilisinin iktidar olmasından sonra…
Bu ikili iktidara gelir gelmez Amerikan sisteminin bir parçası olmak için çok hızlı adımlar atmaya başladılar.
Kore’ye asker gönderildi, NATO’ya girildi, ülkenin her tarafında Amerikan kara, hava ve deniz üsleri inşa edildi, bu üsler bölge ülkelerine karşı kullanıldı, İsrail tanındı ve Tel Aviv ile gizli bir işbirliği başladı, Suriye sınırına bir milyon mayın döşendi, Bağdat ve CENTO paktlarına girildi, Cezayir’in bağımsızlığına karşı BM’de Fransa’dan yana oy kullanıldı, İncirlik’ten kalkan Amerikan casus uçakları Rusya üzerinde düşürüldü ve Sovyetler Birliği ve komünizme karşı ABD’nin istediği her şey yapıldı.
Ve daha neler neler…
Türk İslamcıları ve milliyetçileri artık ABD’nin hizmetindeydi.
Hep birlikte Amerikan yaşam biçiminin, kültürünün ve ideolojisinin Türk toplumuna benimsetilmesi için özel bir çaba harcadılar.
Böylece din, para ve milliyetçilik ekseninde Türk toplumunun sağcılaştırılması için güçlü temeller atıldı, kısa sürede çok şey başarıldı ve 1950’den bu yana 58 yıl geçmesine rağmen, Türkiye bir türlü Amerikan manyetik alanından kurtulamıyor.
ABD’nin Menderes yönetiminde Türkiye ile olan flörtü 10 yıl sürdü.
27 Mayıs 1960’da askerler darbe yaptığında, ABD duruma karışmadı ve Menderes’in 17 Eylül 1961’de idamının durdurulması için etkin bir çaba harcamadı. Bazıları Rusya ile yakınlaşmaya başlayan Menderes’in ABD’yi kızdırdığı ve buna tepki olarak Washington’ın Ankara’daki generalleri kışkırttığını söyler. Ama ABD’nin darbedeki rolü her ne olursa olsun sonuçta Amerikalıların müttefiklerinden nasıl kolay vazgeçtiği böylece görülmüş oldu.
Sonraki yıllarda bu “ilk” vazgeçme alışkanlığı birçok yerde tekrarlandı.
İran Şahı Pehlevi, Panama Başkanı Noriega, Filipinler Başkanı Markos, Kürt lider Molla Mustafa Barzani ve başkaları.
“Arap Baharı”nda benzer örnekler görüldü: Hüsnü Mübarek, Tunus Cumhurbaşkanı Bin Ali Kaddafi ve Yemen Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih.
Sudanlı Ömer El-Beşir ülkesinin üçte birinden vazgeçerek aynı ortak kaderi paylaşmaktan son anda kurtuldu.
Türkiye ise her zaman ABD’nin bölgesel politikalarının merkezinde ve öyle kaldı. (sayfa 184-185)