BAKTIKÇA / A. Kemal KAŞKAR –
10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü’ydü ya, o gün için bir süre ‘tebrikleri kabul etmek’ durumunda kaldık gene gazeteciler olarak. Mesajlar mesajlar. Aman aman ne cümleler ne cümleler. Bazılarının içlerine bakıyorum: Boş, bomboş!
Bu mesajlardan birçoğunu kabul etmediğimin, kabul etmemin asla mümkün olmadığının bilinmesini istiyor ve kaç kişilere duyurabileceğim umurumda bile olmadan bu duygu ve düşüncelerimi şuracıkta ilan ediyorum.
Hangi mesajları kabul edip hangilerini etmediğimi o mesajların sahipleri bilirler, hissederler diye umuyorum. Bana, kabul edemeyeceğim kutlamalar gönderenlerin önümüzdeki kutlamalarda ‘daha dikkatli ifadeler’ kullanmalarını diliyor ve kabul etmemiş olsam da zahmet edip mesaj ilettikleri ve dolayısıyla bu tepkime neden oldukları için kendilerine teşekkür ediyorum.
Bu mesajlardan sadece birinden çok kısa bir bölüm aktararak ne demek istediğimin daha iyi anlaşılmasını sağlayıp noktalıyorum:
“Demokrasilerin temel unsurlarından olan basın, düşünce, anlatım ve haber alma özgürlüğünün en etkili aracıdır. … Tüm özgürlükler Hükümetimizin teminatı altında olduğu gibi, AK Parti iktidarlarımız döneminde, basın özgürlüğü konusunda da önemli adımlar attık. Bu konuda en büyük hassasiyeti Genel Başkanımız, Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan göstermekte, basın özgürlüğü için düzenlemelere önderlik etmektedir.
Çalışan gazetecilerimizin rahat çalışma koşullarına sahip olduğu, emeğinin hakkını alabildiği, kendini geliştirebildiği bir basın ortamına kavuşmaları en büyük dileğimizdir.
Basın emekçisi meslektaşlarımın Çalışan Gazeteciler Günü’nü tebrik ediyor, bu vesileyle tüm basın çalışanlarına sağlık, mutluluk ve başarılar diliyorum.”
Böyle böyle içi bomboş hassasiyet iddiaları ve karşılıksız iyi dilekler eşliğinde yapılan bir kutlamayı kabul etmemi nasıl beklersiniz benden, şaşıyorum!
Bu vesileyle tarihe küçücük bir not daha düşmek, yani tebriklerinizi reddetme özgürlüğümü kullanmak istedim. İfadem bu kadardır.
‘Gazetecilik’ yapabilmek için …
10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü dolayısıyla CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu bir basın toplantısı düzenledi. Kılıçdaroğlu’nun bu toplantıda yaptığı açıklamanın 10 maddelik çözüm önerileri bölümünü aktarmak istiyorum …
Kılıçdaroğlu; 2020 yılı Türkiye’sinde gazetecilerin 479 kez hakim karşısına çıkarıldığına, gazetecilere 78 gözaltı, 25 tutuklama, 17 darp ve tehdit olayı yaşatıldığına, halen 68 gazetecinin hapishanelerde olduğuna, televizyonlara karartma, gazetelere ilan ambargosu uygulanıp doğru habere erişim engeli getirildiğine dikkat çekip ülkemizde basının geldiği – getirildiği duruma örnek olarak da, Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın* görevinden istifa ettiği haberinin 27 saat boyunca 1775 radyo ve televizyon kanalı tarafından haber yapılmamasını verip “Dostlarımızla iktidar olduğumuzda” vurgusuyla ‘asgari olarak yapılması gerekenler’e ilişkin şu on adımı dile getirmiş:
1- Herhangi bir medya sahibi, kim olursa olsun bu faaliyeti dışında yani medya faaliyeti dışında başka bir ticari faaliyette bulunmamalı; aktif siyasetle uğraşmamalı. Temel işi sadece medya olmalı. Çünkü böyle bir yapılanma, medya sahibini siyasal baskılar karşısında daha güçlü kılar. Birinci kuralımız bu.
2- Gazetelerin dağıtımı, bütün medya sahiplerinin ortak olduğu bir şirket tarafından yapılmalı. Çünkü bir gazetenin patronajına gazetelerin dağıtımı teslim edildiğinde, dağıtım konusu rakip gazeteler için tehdit olarak kullanılabilir. Bütün gazete sahipleri bir dağıtım şirketi kurarlar, hepsi eşit şekilde, eşit payda ortak olurlar dağıtımı burası yapar. Böylece hiçbir sorun çıkmaz.
3- Medyada sendikalaşma şart olmalı. Yani zorunlu olmalı. Her gazeteci mutlaka bir sendikanın üyesi olmalı. Çünkü gazeteci, patronuna karşı da özgür olmalı. Sendikadan güç alarak haberinin arkasında durabilmeli. Gazeteciye bu güven mutlaka verilmeli.
4- RTÜK’ün yani Radyo Televizyon Üst Kurulu’nun yeniden yapılandırılması gerekiyor. RTÜK’ün üye yapısı, meslek örgütleri ile üniversitelerin temsilini sağlayacak doğrultuda değiştirilmeli, siyasi partilere tanınan kontenjan sayısı düşürülmeli. RTÜK, cezalandırmayı değil, evrensel yayıncılık ilkeleri çerçevesinde hareket etmeyi amaçlayan yönlendirici bir kurul olmalı.
5-Hiçbir gazeteci, gazetecilik faaliyetinden kaynaklı iddialarla tutuklanmamalı. Olası yargılamaların tutuksuz olması kuralı esas olmalı.
6- Basın İlan Kurumu, internet medyasını da kapsayacak şekilde yeniden yapılandırılmalı; meslek örgütlerinin temsil sayısı arttırılmalı. Gazete tirajları ve internet sitelerinin izlenme trafiği bağımsız denetim kuruluşu tarafından denetlenmeli. Basın İlan Kurumu’nun ilan kesme yetkisine son verilmeli. Kamu ilanlarının fiyat tarifesi, objektif kıstaslara bağlanarak, siyasal iktidarın keyfi tutumuna bırakılmamalı. Basın İlan Kurumu, yerel medyanın desteklenmesi konusunda pozitif ayrımcılık yapmalı.
7- Evrensel kriterlere uygun, şeffaf ve denetlenebilir bir rayting ölçüm sistemine geçilmeli. Televizyonlarda gösterilen ve “zorunlu ilan” olarak sunumu yapılan tanıtım filmlerinin ücretsiz yayınlanmasından vazgeçilmeli.
8- Basın kartı, meslek örgütlerinin ortak katılımıyla oluşturulacak bir kurul tarafından verilmeli. Devlet bu alandan tümüyle çekilmeli. Kimin gazeteci olup olmadığına devlet değil, gazeteciler karar vermeli.
9- Basın ve ifade özgürlüğüne sınırlama getiren evrensel kriterler hariç, her ne koşulda olursa olsun sansür yasaklanmalı.
10- Sosyal medya, yeni medya veya alternatif medya olarak nitelendirilen mecralarda yayınlanan haberlerin doğruluğuyla ilgili bağımsız denetim/teyit mekanizmaları oluşturulmalı.
Bu 10 madde hayata geçirildiğinde gazetecilerin güvencesi olacak, doğru haber yaptıkları için kimse cezalandırılmayacak. Doğru haberlere erişim engeli olmayacak. Gazeteciler siyasal baskıyla tutuklanma, gözaltına alınma, hapse atılma gibi bir olayla karşılaşmayacak. Evrensel kurallara uygun olarak görevlerini yapmış olacaklar.”
(*Bu arada bir önemli ‘habersizliğimiz’ de: O gün bugündür Albayrak’tan haber alınamaması, nerede olduğunun, sıhhatte olup olmadığının bilinmemesidir ki bu da ‘normal bir durum’ olmasa gerek!)
Yaşamımdaki ‘Boğaziçiler’ için bir güzelleme …
‘Boğaziçi’ dendiğinde kastedilen elbette İstanbul Boğazı’dır. Erguvanlarla, yalılarla, laleler, güller, sümbüllerle bezenmiş çok güzel bir tablodur, bir tür efsanedir. Geçmiş zamanlarda Sevgili Annemle birlikte söylemekten çok hoşlandığımız, güftesi ve bestesi Dr. Alâeddin Yavaşça’ya ait olan çok güzel bir şarkı bu tabloyu resmeder:
“Boğaziçi şen gönüller yatağı
Her bucağı âşıkların otağı
Yamaçları sanki cennetin bağı
Mehtâbı hoş, güneşi hoş, günü hoş
Boğaziçi herkesi eder sarhoş
…”
Ama Milaslılar ve Milas’ı sevenler, bilenler için bir başka güzel Boğaziçi seçeneği daha vardır:
Milas’ın aynı adı taşıyan turistik bir mahallesi/köyü var … Bargilya antik kentinin izlerine sahip olan ve yakın tarihlerde sitelerle sitelerle dolan, bir yanı da bölgemizin önemli sulak alanlarından Tuzla’ya uzanan bir mahallemiz/köyümüzdür Boğaziçi …
Bir de, son rektör atamasının ardından -çok haklı olarak- “Kayyum rektör istemiyoruz!” diye ayağa kalkan bir üniversitemiz var. Bana yaşamımızdaki ‘Boğaziçiler’i anımsatıp şu cümleleri yazdıran da bu sevgili üniversitemizdir. Boğaziçi Üniversitesi’nin sevgili öğrencilerine, başta öğretim üye ve görevlileri olmak üzere tüm eğitim emekçilerine, tepkilerinin tepkilerimiz olduğunu duyuruyor ve teşekkürlerimizi sunuyorum.
Bu gibi tepkileri tarihsel gelişim/değişim süreci açısından olanak olarak gören bir teorik-pratik duruşum olmuş, bu duruşumla onur-gurur duymuşumdur hep. Tarih içinde olmazsa olmaz, yani olağan karşılanması gereken, ötesi zaman zaman ‘tarihsel sel’ olup coşabilen akıntıya karşı bu akışların, iktidar sahiplerince ‘vatan hainliği – teröristlik – provokatörlük çuvalı’na doldurulmaya çalışılmasına da karşı durmak gerekiyor elbette.
19 yıllık bir iktidar olarak oralarda kalabilmek uğruna daha neler neler diyecekler, yapacaklar kim bilir!
Çokça uzatmadan şunu da not edip noktayı koymak istiyorum:
Neler neler yapsalar da tarihsel akış durdurulamaz …