Kürşat Şahin YILDIRIMER (Uzman Sosyolog Terapist)
Herhangi bir anda, yaşları 25 ile 45 arasındaki kadınların yaklaşık % 4’ü ve erkeklerin % 2’si klinik depresyonludur. Bu değerler sakınımlı tahminlerdir.
Mahallenizdeki ya da işyerinizdeki birinin her güne neşeyle başlayabilmek için var gücüyle mücadele ettiğini şüpheye yer bırakmaksızın ifade etmektedir.
Bunalım yaşayanların sayısını elde etmek için bu sayıyı beşle çarpın; çıkan sayının iki katını aldığınızdaysa, yaşamı boyunca en az bir kez güçten düşürücü depresyon döneminden geçenlerin sayısını bulmuş olursunuz.
Bildiğimiz kadarıyla bu hastalık etnik ya da sosyoekonomik sınır tanımamaktadır. Fakat elbette bunu bilebilmemiz imkânsıza yakındır. Pek çok ülkede, bırakın ulaşılabilir akıl hastalığı kayıtlarının tutulmasını, akıl hastalıkları inkâr edilmektedir.
Bildiğimiz bir şey varsa o da gelişmekte olan ülkelerde bu hastalığın potansiyel yaşam kaybı olduğudur. Önümüzdeki on yılda, dünya çapındaki engellilik halinin kalp hastalıklarından sonra başlıca ikinci nedeni olması beklenmektedir.
Bu nedenden dolayı zaman zaman depresyonun bir salgın olduğu dile getirilmektedir. Bunun anlamıysa, depresyonun günümüzde daha önce hiç olmadığı şekilde yaygınlaştığıdır ve belki de bir bulaşıcı hastalık gibi yayılmaktadır.
Eğer bulaşıcı etken söz konusuysa bu ne mikrobiyal ne de viraldir; neredeyse kesinlikle kültüreldir. Depresyonun gerçekten yükselişte olup olmadığını kestirmek hayli zor.
Kimi yazarlar, akıl sağlığının bir namus meselesi sayılması ve insanların sosyal açıdan kabul edilebilir olmayan bir ıstırabı saklamak için her türlü çareye başvurmaları nedenleriyle görülme sıklığının en az % 50 oranında düşük hesaplandığını öne sürmektedir.
Kimilerine göreyse, görülme sıklığını arttıracak şekilde yanlış tanılar konulmaktadır. Yetişkinliğe adım atarken karşılaşılan sorunlarla uğraşan ya da yaşamlarındaki sıkıntıların üstesinden gelmeye çalışan kişiler de, yanlış bir şekilde depresyonlu olarak etiketlenmektedir.
Bu hastalıkla daha önce hiç savaşmayanlar genellikle hastalığı aşırı bir kederlenme hali olarak görürler. Ancak depresyon cenderesinde uzun süre sıkışmış olanlar, hastalığın derinlemesine organik tabiatını görmeye daha yatkındırlar.
Herkes hastalığı farklı şekillerde tecrübe etmektedir fakat uyuyamama, dikkat kaybı ya da günlük işler dışında hiçbir şey yapmama, bir şeylerin kötüye gittiğinin belirtisidir.
Yaptıklarınızla kendinize zarar verdiğinizi, arkadaşlarınızı ve ailenizi incittiğinizi bilirsiniz; böylesine takıntılı ve üzgün olmanızın makul bir sebebi olmadığının da farkındasınızdır.
Ancak olumsuz duygulardan kurtulmaya takatiniz de yoktur. Kafanızda dolaşıp duran kötü kimyasal maddeleri neredeyse hissedebiliyorsunuzdur; tıpkı alkolün bilinçlilik halinizi farklı bir şekilde sekteye uğratmasında olduğu gibi, ruh haliniz bu kimyasal maddelerin isteklerine boyun eğer.
Depresyon sonucu yaşanan zihinsel çöküşün kan donduran bir anlatımı için Andrew Solomon’un The Noonday Demon (Depresyon Atlası) adlı eserine göz atabilirsiniz. Kitapta hastalık, aklı tamamen başında ve gerçekçi onlarca hastanın gözünden anlatılmaktadır.
Kitap, yazarın çocukluğunda yaşadığı kaygı nöbetlerinden ilk romanını yayımladıktan sonraki aylarda “iblislere karşı verdiği mücadele”nin çarpıcı anlatımıyla başlamaktadır.
İnsan zihni ne kadar da kırılgan ve narin, ne kadar da şefkat ve hoşgörüyle dolu.
Sevgiyle kalın.
Kaynakça:
Prof. Dr. Gereg GİBSON