BAKTIKÇA … – soru/yorum – A. Kemal KAŞKAR –
Ülkemiz gündeminin ‘çökenler-çökülenler’ arasındaki ilişkilerle çalkalandığı günler yaşıyoruz. Bu ‘ham çökelek’ hallerimizle ilgili yazılıp söyleneceklerin önemine dikkat çekip bu hafta da ‘yerel gündem’i izlemeyi sürdürüyor ve sizleri ‘Kıyıkışlacık’a götürmek istiyorum …
…
Güllük körfezi kıyısındaki köyümüz Kıyıkışlacık bir süredir ‘liman projesi’ yüzünden çok huzursuz. Vatandaşlar bir yandan hukuksal yollarla bu projenin gerçekleştirilmesini engellemeye çalışırlarken, ulaşabildikleri tüm yetkililere, gazetecilere, herkeslere endişelerini dile getirerek sorunu daha ilk adımda ortadan kaldırmak için bölgemiz ve ülkemiz çapında dayanışma-destek çağrıları yapıyor, girişimlerde bulunuyorlar.
Ama halkın, belediyelerin, ilgili kurumların, Muğla Milletvekillerinin ve elbette uzmanların görüşlerini dikkate almayan, uyarılara kulak asmayan ve pek çok yerelde olduğu gibi Kıyıkışlacık/İasos Antik Kenti’nde de tüm dengeleri altüst edecek adımları tereddütsüz atan ‘merkezî otorite’ ne yazık ki yine aynı şeyi yapıyor.
Gelinen noktada: Kıyıkışlacıklıların, Muğla Valiliği’nin 4 Ocak 2021 tarihinde “ÇED (Çevre Etki Değerlendirmesi) gerekli değildir” kararını mahkemeye taşımasının ardından Valilik karar değiştirip ÇED sürecini başlattı ve ilgili firmalar tarafından “Muğla ili Milas ilçesi Kıyıkışlacık mahallesi Pencereli mevkii 394 ada 649 parsel ve parselin deniz cephesinde Yük Tahmil ve Tahliye İskelesi ve Dip Tarama Projesi yapılması planlanmaktadır” denilerek 29 Haziran Pazartesi günü saat 14:00’te Kıyıkışlacık pazaryerinde halkın katılımı toplantısı yapılacağı duyuruldu.
…
Yöremizin bu “yeni” sorunu ile ilgili olarak TBMM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada söylenebilecek hemen her şeyi çok iyi ifade eden CHP Muğla Milletvekili Süleyman Girgin’e bırakıyorum sözü:
“Bu liman; ekolojik dengeleri bozacak, yaratacağı gürültü ve kirlilik nedeniyle balıkçılığa, turizme, çevreye ve bölgenin SİT alanı olması nedeniyle kültür varlıklarına zarar verecektir. Deniz dibi kazısı, körfezin ekolojisini bozacaktır. Büyük tonajlı gemiler, körfezi kirletecektir. Halihazırda Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na göre, ‘çok kirli deniz’ kategorisinde olan körfez ‘en kirli’ kategorisine geçecektir.
Körfezde ikinci liman, körfezin idam fermanıdır! Başta Kıyıkışlacık, Zeytinlikuyu, Boğaziçi ve Güllük sakinleri olmak üzere bütün Muğla, belediyeler ve MUSKİ dahil birçok kurum ve uzman bu limana karşıdır. İktidar bu itirazlara kulak vermelidir. Bu projeye onay ve ruhsat verilmesi doğru değildir. Bu mesele sadece körfezin değil ülkemizin hatta üzerinde yaşadığımız yerküremizin meselesidir.
Uzmanlardan aldığımız bilgilere göre, bir körfezin ekolojik yapısı çok uzun yıllar içerisinde oluşmaktadır. Buraya liman yapılması halinde bu limana gelecek ağır tonajlı gemiler, gemilerin balast suları ve devasa motorları körfezin dip yapısını karıştıracağından dolayı mevcut ekosistem bu durumdan olumsuz bir şekilde etkilenecektir. Ayrıca, denizlerde yapılacak dip kazıları deniz dibindeki kabuklu canlıların yaşam alanlarını bozacağı gibi bu bölgedeki balık yumurtalarına da zarar verecektir. Aynı zamanda bölgenin ekosistemine adapte olmuş ekolojik balık türlerinin burayı, bir daha geri dönmemek üzere terk etmesine neden olacaktır.
Vatandaşlarımız soruyor biz de soralım: Kıyıkışlacık mahallemiz 3 bin yıllık tarihe ışık tutacak tarihi eserlerin; müze, balık pazarı ve kalenin bulunduğu bir turizm bölgesidir. Birinci derece sit bölgesidir. Burası dünya mirasıdır. Belediyeler karşı, halk karşı, sivil toplum örgütleri karşı, o halde niye bu ısrar?”
…
Kıyıkışlacık’ta da, bugüne dek ülkemizin dört bir yanında pek çok kez yaşanagelene benzer bir durum ile karşı karşıya olunduğu-olunacağı kesin. Bu buluşma yazımı da, bugünlerde atılan adımların henüz tazecik bir başlangıç, yani ‘mücadele filizi’ olduğu ve mücadelenin kararlılıkla sürdürülmesi gerektiğine ilişkin notumu düşerek noktalıyorum …
‘Basın Bülteni’ değil ‘Gazete’ olabilmek!
Birkaç ay önceydi, Muğla Gazeteciler Cemiyeti, Muğla’nın ilçelerinde Belediyeler ve Basın İlan Kurumu ile birlikte ‘Yerel Basınımıza Sahip Çıkalım’ çağrısını içeren pankartlarla bir ‘farkındalık etkinliği’ gerçekleştirmişti.
Desteğin ‘kesintisiz’ olanının makbûl olduğu kesin. Ancak ve elbette doğal olarak, ilçemizdeki afiş sergileme panolarında bu pankartları görmek mümkün değil bir süredir. Bu bakımdan ‘farkındalık’ için konuyu gündemden düşürmeme görevi yine biz gazetecilere düşüyor.
Peki ama bu çağrının oluşturacağı farkındalıkla sevgili hemşerilerimiz yerel basına nasıl sahip çıkacak?
Her şeyden önce yerel gazetelere abone olunması, duyuru-tanıtım için gazetelerin daha çok tercih edilmesi geliyor akla ilk anda. Ancak konunun ‘kurumsal’ anlamda da devlete yönelik talepler boyutu var elbette. Cemiyet ve federasyon örgütlenmelerimiz aracılığıyla bu taleplerimiz yetkili-ilgili kişi, kurum ve kuruluşlara iletiliyor iletilmesine de yeterli desteği bir türlü göremiyoruz …
Geçenlerde ilçemizde meslektaşlarımızla, Muğla Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Süleyman Akbulut ve Cemiyet Yönetim Kurulu Üyesi Melih Kaşkar ile MGC Milas Temsilcisi Oktay Çayırlı’nın da katıldıkları bir toplantıda bir araya gelmiştik. Bu sırada yaptığım konuşmada söz döndü dolaştı ‘Yerel Basına Sahip Çıkalım’ çağrımızın karşılığında neler neler olabileceğine geldi.
Tam da bu noktada, gazetelerin ‘basın bülteni değil gazete’ olabilmesinin önemini vurgulayıp, bunun için haber merkezlerinin hızlı şekilde haber adreslerine ulaşabilmelerinin önemine değindim. Yıllar önce bir yangın söndürme helikopterinin Ören’de düştüğü dağın başına nasıl da büyük bir hızla ulaştığımız örneğini verdim. Bunun da, yüksek ulaşım gideri nedeniyle ‘haber bütçesi’ni arttırdığını belirttim ve sözü ‘yerel gazetecilere de mazot desteği verilmesi’nin gerekli olduğuna bağladım.
Yıllardır çiftçilere verilmesi istenen ‘mazot desteği’ne ihtiyaç duyan pek çok toplum kesimi-meslek grubu olduğunun elbette farkındayız ama gazetecilerin de ‘düşük fiyatlı akaryakıt’ temin edebilmeleri, ‘bağımsız-özgün yerel habercilik’ için çok önemli diye düşünüyorum …Aksi halde gazetelerimiz hızla gazete olmaktan uzaklaşıp birden çok kurumun ‘basın bülteni’ haline geliyor!
Bu kötü gidişe ‘dur’ demek gerek.
Neden ‘kusura bakmayacakmışız’ ki?
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, koronavirüs salgınıyla mücadele sürecinde 1 Temmuz 2021 tarihi itibariyle (maske-mesafe-temizlik sloganının yinelenmesi dışında) bütün kısıtlamaların kalkacağına ilişkin açıklamasının ucuna: “Müzikle ilgili sınırlamayı 24’e çekiyoruz. Kusura bakmasınlar, gece kimsenin kimseyi rahatsız etmeye hakkı yok” diye özetlediği kararı ekleyiverdi.
Bu kararın, koronavirüs salgınıyla mücadele bakımından ne anlamı olabilir? Bir süredir bunu tartışıyoruz. Vardığımız nokta ise şu: Kararın nedeni salgınla mücadele değil! …
Müdahale ettiğiniz müzik-eğlence sektörü ile ilgili yıllar yıllar içinde oluşmuş mevzuatın gereklerine uygun olarak faaliyet gösterildiği takdirde kimsecikler rahatsız olmaz sayın Erdoğan. Aksine, bu adımlarınız ‘ideolojik taahhütleriniz’in yavaş yavaş yerine getirilmesi olarak anlaşılmakta ve bu anlamda giderek yaygınlaşan toplumsal algı nedeniyle çok büyük bir rahatsızlık yaşanmakta ve bu rahatsızlık her geçen gün artmaktadır.
Ayrıca, neden ‘kusura bakmayacakmışız’ ki?
Siz, birlikte çalışmayı tercih edip görevlendirdiklerinizle birlikte sevgili ülkemize, milletimize hizmet etmekle mükellefsiniz. Adına ‘Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi’ denilen bu hükümet modelini ‘özel hükmetme aracınız’ olarak kullanamazsınız. Dolayısıyla millet olarak sizinle, kusurlarınızı, hatalarınızı, yanlışlarınızı görmezden gelme gibi bir ilişkimiz olamaz. Ötesi, vatandaşlar olarak bunları gördüğümüz anda söylemeliyiz, sizi eleştirmeliyiz ve siz bu söylenenlerden, eleştirilerden yararlanıp yanlışlarınızı ortadan kaldırmalısınız. Kendinizi ‘rahatsızlık kaynağı’ olmaktan ancak ve ancak bu şekilde kurtarabilirsiniz.