Michelle Richmond / Roman / Arunas Yayınları / 2014 / 425 sayfa
Ayşegül Şenay KAŞKAR –
Michelle Richmond, Alabama Mobile’da üç kız kardeşten ikincisi olarak büyüdü. Alabama Üniversitesi’ndeki lisans eğitiminin ardından yüksek lisansını Miami Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde yaptı. Çeşitli üniversite ve kolejlerde dersler verdi. New York Times’ın en çok satanlar listesine girmiştir. Halen, ‘Yazarlar Birliği’nin yürütme konseyinin bir üyesidir.
Kitapları
Fırfırlı Elbiseli Kız, Mavi Odanın Hayali, Sis Yılı, Küçük Sırlar, Vızıltı: Hikayeler, Altın Devlet, Evlilik Sözleşmesi
Küçük Sırlar
Kitap yayıncı tarafından şöyle tanıtılıyor:
“İki kız kardeş… Gizli bir defter… Her şeyi değiştirecek olan gerçek… Ellie Enderlin tüm hayatı boyunca Lila’nın kardeşi olarak tanındı. Ta ki bir gün Stanford’ın en başarılı matematik öğrencisi Lila bir cinayete kurban gidip aile düzenleri tamamen değişinceye kadar… Yirmi yıl sonra, Ellie yerleşik bir düzen kurmayıp şehir şehir dolaşan profesyonel bir kahve gurmesi olur. Lila’nın hiç yanından ayırmadığı defteri, şans eseri Ellie’nin eline geçer. Ellie, sonunda ablasının ölümü hakkındaki bütün gerçekleri araştırıp öğrenmek üzere memleketine geri döner. Bu araştırma onu, kardeşlerin bile birbirinden sakladığı en derin sırlara götürecektir. …”
Bence, polisiye roman tadında sürükleyici bir kitap …
Herkesle muhabbet etmeyi seven, partilere çağrılan, birçok çıkma teklifi alan, grup buluşmalarını ayarlayan, öğretmenlere sıkça muziplikler yapan lise birinci sınıftaki küçük kız kardeş Ellie ve ondan üç yaş büyük, matematiğe tutku ile bağlı ve insanlarla mesafeli bir abla Lila.
Pek konuşkan olmayan Lila tek başına oturup karma karışık matematik problemlerini çözerken gayet memnun görünürdü ailesine. Hatta Ellie ablası ile ilgili olarak; “Fiziksel benzerliğimiz dışında, o kadar farklı iki insandık ki, eğer aynı anne ve babadan doğmuş olmasaydık, bırakın kardeşliği arkadaş bile olabileceğimizden şüphe ederdim” diyor.
Lila son zamanlarda bazı geceler eve geç gelmeye başlar, Ellie’nin ve annesinin meraklı bakışlarına karşılık vermeden hemen odasına çıkıp yine matematik denklemlerinin arasına gömülmektedir. Ve bir gece eve gelmez. Tabii, bu bir ilk olduğu ve ondan hiç beklenmeyen bir davranış olduğu için aile telaşlanır, hatta korkar.
Sırt çantasının bulunmasından iki gün sonra şehrin yaklaşık dokuz kilometre kuzeyindeki Armstrong ormanında Lila’nın cesedi bulunur, başından aldığı bir darbe sonucu hayatını kaybetmiştir. Ellie’nin üç ay boyunca bebek bakıcılığı yaparak kazandığı para ile Lila’ya aldığı zarif kolye boynunda değildir. Oysa Lila bu kolyeyi aldığı günden beri boynundan çıkarmamıştır.
Katil bulunmaz…
Tek zanlı; üniversitedeki İngilizce profesörü Andrew Thorpe’nin yazdığı ‘Körfez Kıyısında Cinayet’ adlı kitapta bahsettiği hatta tek şüpheli olarak bahsettiği Peter McConnell’dir. Lila’nın Goldbach hipotezinin doğruluğunu ispatlamak için geceli gündüzlü çalıştığı kişi McConnell’dir.
Polis birçok şüpheliyi ve kitap yayınlandıktan sonra da McConnell’i sorguya çeker. Ama sonuçta Lila’nın kim tarafından ve neden öldürüldüğünü bulamaz.
…
“Onu bulduğumda, aramaktan çoktan vazgeçmiştim. Gecenin geç bir saatinde, Nikaragua’nın Diriomo kasabasında küçük bir kafede yalnız başıma akşam yemeği yiyordum. Burası, her yıl kasabayı ziyaret ettiğimde karnımı doyurmak için geldiğim, günün her saatinde açık olan ve bir tabak fasulye yiyip bir fincan kahve içebileceğim bir yerdi.
Maria tam tabağımı masamın üzerine koymuştu ki dışarıdan kapı çıngırağının sesi geldi. İkimiz de sanki mucizevi bir şey olacakmış gibi kapıya doğru baktık. Çünkü buraya geldiğim her gece, salondaki porselen bebek bibloları ile bazı etçil bitkiler arasında yalnız başıma yemeğimi yerken başka bir müşterinin geldiği hiç olmamıştı.
Maria gidip kapıyı aralayarak açtı. Kapı aralığından gelen parlak ay ışığı masamı aydınlatmıştı.
Bir erkek sesi “İyi geceler Maria” dedi.
…
Kahve fincanını alışı, önündeki kitabın sayfalarını çevirişi ve hatta, Maria peçete ve şeker getirdiğinde ona doğru dönerek sessizce teşekkür edişi bana çok tanıdık gelmişti. Onu daha dikkatli izleyerek acaba bana tanıdık gelmesinin sebebi uzun süredir yalnız başıma seyahat ediyor olmamın yarattığı bir yanılsama mı diye düşünmeye başladım. Ama dakikalar geçtikçe ben de bunun sıradan bir benzerlik değil, daha kişisel bir aşinalık olduğuna ikna olmaya başladım.
Onu nereden tanıdığımı hatırlamaya çalıştım. Ama hatırlamaktan çok, uzun zaman önce onunla aramızda özel bir yakınlık olduğunu hissettim.
…
Adam beyzbol şapkasını çıkarıp iki eliyle sıkı sıkı tuttu. Kabarık saçları neredeyse kafenin alçak tavanına değerek elektrikleniyordu. “Affedersiniz” dedi. Şimdi yanı başımda olduğundan, yüzünün bütün hatlarını; iri siyah gözlerini, kocaman ağzını, belirgin elmacık kemiklerini ve kirli sakalla kaplı çenesini tamamen görebiliyordum. Görür görmez kim olduğunu hatırladım.”
Ablasının ölümünden yaklaşık yirmi yıl sonra, profesör Andrew Thorpe’un kitabındaki o cani, Güney Amerika’da bir kafede karşısındaydı; Peter McConnell …
…
‘Niye öldürdün onu?’ diye sordum sessizce. Ömrümün yarısı kendi kendime bu soruyu sormakla geçmişti. Bir cevap bulabilme ümidimi yitireli çok olmuştu. O an masum olduğuna asla inanamazdım. Onun suçlu olduğuna tamamen inanmış, uzun zaman boyunca hep bu fikri beslemiştim içimde. Şimdi elbette suçsuz olduğuna kolayca ikna olamazdım.
Sessizce oturup cevap vermesini bekledim. Bakışları bir ellerine bir bana gidip geliyordu. McConnell sonunda ‘Benim sana açıklamak istediğim de bu. Onu öldüren ben değildim’ dedi.