Kürşat Şahin YILDIRIMER / Dr. Psikolog-Refleksolog
Birinci önermemiz, kadının biyolojisini göz önüne almadan, onun için en uygun olanın tanımlanamayacağı gerçeği. İkincisi, kültürel ve geleneksel aktarımların kadına biçtiği rollerin, günün verilerine göre yeniden tanımlanması gerektiği gerçeği. Üçüncü önermemiz, modernizmin getirdiği sosyokültürel değerlere rağmen ruh sağlığımızdaki olumsuz gidişatın kadın psikolojisi üzerindeki sonuçlarını gözden geçirmek gerekliliği. Aynı zamanda kadının konforunun nerede olduğu konusunda beyin fırtınası yapmak. Dördüncüsü ise, kadına ikinci sınıf olmayı öneren erkek egemen kültüre karşı, kadın erkek savaşlarını teşvik eden feminizmin yanlışı yanlışla düzeltmeye çalıştığının kanıtlanması.
“Ortalama erkek, ortalama kadından daha üstündür” düşüncesi Aristoteles’in teziydi. Aynı tez, materyalizmin teorisyenlerinden Nietzsche tarafından da savunuldu. “Peki, günümüze gelindiğinde bu durumun alternatifi nedir? İnsanı üstün kılan, cinsiyetinin yetenekleri ve becerileri midir?” sorularının mutlaka sorulması gerektiğini düşündük.
Farklılık bilinci, kişilik yapılarındaki farklılıklar kadın erkek arasında oldukça belirgindir. Bu durum doğaldır ve genetik algoritmanın bir gereğidir. İki cinsin de karşı tarafın kendisinden farklı olması gerektiğini bilmesi, ilişkinin sağlıklı olması için ilk adımdır. Aksi takdirde bizim hissettiğimizi onun da hissetmesini veya bizim istediğimizi istemesini arzularız. Bu ise ne mümkündür ne de doğru ve gerekli.
Çünkü insanlar tek tip yaratılmamışlardır. Biz sevdiğimiz kişiye nasıl davranıyorsak karşı tarafın da bize öyle davranmasını beklemek, olgunlaşmamış bir kişilik belirtisidir. Sevgiyi kimileri konuşarak, kimileri de hediyeleşerek ifade ederler. Yine bazıları sevgilerini yardım davranışıyla, bazıları da fizikî temas yani dokunma ile gösterirler. İşte bu farklılıkları bilmek, duygusal farkındalık, dolayısıyla iyi ilişki kurma sonucunu verir.
Psikolojik farklılıkların analizi
Kadınlar daha fazla estetik kaygılara, sevgiye, iletişime, güzelliğe değer verir. Sevgi ve uyum onlar için daha önemlidir. Bir erkeğin yarışı kazanmaktan veya tuttuğu futbol takımının attığı golden aldığı zevki, kadın yakınlaşma ve paylaşma anında hisseder. Eşlerin birbirlerine verecekleri en önemli armağan, güvenlerini hissettirmeleridir. Bu, aynı zamanda karşımızdakini onurlandırma yoludur.
Kadının psikolojik ihtiyacında önceliği, duyguları anlamak, ifade etmek ve değiştirmek alır. Erkek ise hep çözüm odaklı düşünebilir. Ancak bunun sırrı, farklı genetik algoritmada saklıdır ve bu konuda gösterilecek çabayla düzeltilebilir.
Neticede genetik yapıyı göz önüne alarak kişinin psikolojik doğasına uygun davranan insan, mutluluğu daha kolay yakalayacaktır.
Konuşmak, çok konuşmak …
İnsan beynini en çok çalıştıran eylem, kelime üretmektir. Sözcüklerin linguistik özellikleri sol beyne, anlam bölümü sağ beyne, duygular ise beynin derinliklerine yazılıdır. Sözcük üretirken hepsi birden ortak çalışmalıdır. Kadınlarda bu özelliğin, biyolojik eğilim olarak üstün olduğunu görüyoruz.
Konuşmanın psikolojik dinamiğinin başlıca özellikleri şunlardır:
Toplumsal cinsiyet rolü, genetik bilimindeki yeni gelişmeler, cinsiyet oluşumunda insan biyolojisinin önemini ortaya koymaktadır. Akademik platformlarda gerçekleştirilen tartışmalar, “Kişinin genetik algoritmasına uygun davranmasının menfaatine olduğu, genlere rağmen oluşturulan öğretilerin insana zarar verdiği” tezini güçlendirmiştir.
Kadın ve erkeğin cinsel kimliğinin oluşması ve cinsiyet rolünün pekişmesinde genlerden gelen miras etkilidir.
Genler kendisine yazılanın yapılmasını ister, hatta emreder. Bir insanın cinsiyet kimliği, biyolojik unsurların üstüne kültürel doktrinlerin eklenmesi sonucunda oluşur. İnsanlarda cinsiyet kimliği ilköğretime başlamadan önceki yıllarda oluşur. Bunu çocukların zevklerinden ve oyunlarındaki farklardan anlarız.
Tarihte kadının toplumsal konumu
Kadının toplumsal statüsü tarih boyunca çok fazla iniş çıkışlar yaşamış olmasına rağmen bu konuda ciddî bir gelişme olduğunu söylemek güçtür. Halkların kadına bakış açısı, sahip oldukları kültürel değerler ışığında farklılık göstermiştir.
Kadının geçmiş toplumlardaki rolüne baktığımızda birbirinden çok farklı yaklaşımlar sergilendiğini görürüz. Meselâ antik Yunan kadını cemiyet hayatında son derece aktif ve özgür olmuş, bilhassa eğlence hayatının içinde bulunmuştur. Bu dönem, genç kız, kadın ya da erkeklerin 25 yaşına kadar çıplak gezmelerinin önerildiği, kuralsızlığın hâkim olduğu bir süreçtir. Giyinme zorunluluğu 25 yaşından sonra söz konusudur. Antik çağdaki heykellerde kadının cinsel kimliği ön plâna çıkarılmıştır. Fakat daha sonra Isparta ile Atina halkı arasında kadın konusu çokça tartışılmıştır. Meselâ Aristo’nun kadının ikinci sınıf görülmesiyle alâkalı fikirleri, kadın cinsiyle ilgili “kalıp yargılar”ın pekişmesini sağlamıştır. Hatta aklın gelişmesine çok önem veren Aristo, sahip ve efendilerden oluşan küçük bir topluluğun, kölelerden oluşan büyük bir topluluktan üstün olduğunu söyler. Böylece “aristokrat sınıf” denilen ideası ortaya çıkar. Aristo, kölelerden oluşan topluluğun yönetilmesi gerektiğini düşünürken, kadını da erkeğin yardımcısı ve tamamlayıcısı olarak konumlandırır. Bu arada mirasta hak verilmemesi taraftarıdır. Öyle ki Aristo, Isparta ahalisini, kadınlara verdikleri haklar dolayısıyla gerici ve aşağılık olmakla suçlar.
Ispartalılar ise savaşçı bir toplumdur ve kadın hakları konusunda Atinalıların tam aksini düşünmektedirler. Savaşa gittiklerinde ticarî işlerini, kendi yerlerine bakmaları için kadınlara devrederler. Sitede olmadıkları zaman tasarruf kadınlara bırakılır. Bu durum, Aristo gibi pek çok Atinalının onları eleştirme sebebi olmuştur.
Ayrıca Yunan medeniyetinin zirvede olduğu dönemde, kadınla erkek arasında hiçbir mahremiyetin bulunmaması, iki cinsin fazla iç içe olması, ensesti yaygın hâle getirmiştir. “Odipus” ya da “Elektra” kompleksi, bu sürecin ürünüdür. Bu da literatürde efsane hâline gelmiş ve daha sonra birçok bilimsel verinin, özellikle Freudyen görüşün kaynağını oluşturmuştur. Neticede Yunan medeniyetinin benimsediği bu hayat tarzı, onları çözülüp yok olmaya götürmüştür.
Romalılarda sistem, erkek egemenlik üzerine kurulmuştur. Kadın Roma’da köle olarak kabul edildiği için hukuki ehliyeti yoktur. Bu sebeple de evlilikte ya da başka herhangi bir akitleşmede söz hakkına sahip değildir. Ayrıca mirastan mahrumdur. Hukukî hiçbir hakkı olmayan kadın, fiili ehliyette de vesayet altında kabul edilir. Çocuklar-bunamışlar-akıl hastaları kategorisinde yer alan kadın, kendi kendini yönetemeyeceği ve şahsî kararlarını veremeyeceği için onun adına karar verilmesi gerektiği düşünülür.
Roma’da kadın, annelik konusunda da çok şanssızdır. Anne, doğurduğu çocuğu erkeğin ayağına bırakır. Eğer erkek o çocuğu kucağına alırsa evlât olarak kabul ediyor demektir. Ama çocuk olduğu yerde kalırsa, savaş tanrısına emanet edilmiştir ki, böyle bir çocuk ya insaflı bir insan yüreğini ya da ölümü bekler.
Hammurabi yasalarında ise kadın, mülk edinilmiş hayvan mesabesindedir. Yüzyılların gizemli topluluğu Hindilerde, kadın bütün hayatı boyunca noksan addedilir. Kocası öldüğü zaman, onun akrabasından bir erkeğe bağlanmak zorunluluğu vardır. Ya da Hindistan’ın bazı yerlerinde halâ devam eden, dul kalan kadının öldürülmesi geleneği, yüzyıllardan bu yana Hintli kadının, eşinin ölümünden sonra hayat hakkı olmadığının işaretidir.
…
(Sürecek)