BAKTIKÇA … – soru/yorum – A. Kemal KAŞKAR
Yeni yıla yine ‘zam zam zam’ haberleriyle girdik.
Kendimi bildim bileli böyle bu, hep zam hep zam hep zam … O nedenle: “Zam zam zam! Ucuzluk ne zaman?” sorusu yine baş köşede. ‘Ucuzluk’ diye bir büyük mücadelemiz var yıllar yıllar öncelerden yürüyen, kavuşamadıkça daha da büyüyen koskocaman olmuş bir özlemimiz var.
Çocukken ufacıkken annemizden babamızdan duyduğumuz, “Eskiden pazarda fileyi ‘… lira’ya doldururduk, şimdi ne mümkün” yakınmaları kulaklarımda. ‘… lira’ dedikleri de öylesine ‘az’ bir paraydı ki, şaşardık. ‘Olacak şey değilmiş’ gibi yaşardık anlatılanları. Sanki masalmış gibi, masaldaymış gibi yaşardık.
Çocukluk işte, masalsız yaşanmıyor …
‘O günler’den söz ederken, bize ‘çok az’ gelen bir rakam söyleyip “Babanın maaşı o kadardı, ihtiyaçlarımızı karşılar, kiramızı öder, üstüne üstlük para bile biriktirirdik” derdi annem sık sık … Gülüşürdük. “Çok şükür halimize” diye sürdürürdü: “Çok şükür başımızı sokacağımız bir evimiz bile oldu. Kira derdimiz kalmadı. Şimdi bir de ‘kira’ olsaydı geçinebilmek ne mümkün …”
Dedelerimle, anneannem ve babaannemle bu konuları konuştuğumu anımsamıyorum ama konuşsaydım eğer, eminim ki onlar da annemle babamın ‘eskiden’ dediği zamanların ‘daha eski zamanlar’a göre daha pahalı olduğuna ilişkin tanıklıklarını dile getirirler, zamanla herşeylerin nasıl zamlandığından söz ederlerdi …
Bir ‘oyun’ mu yoksa bu! 1960’lar, 70’ler ve sonrası. Hiç bitmedi, halâ içindeyiz. Hep zam, hep kriz “oyuna devam” …
Bülent Ortaçgil, “Oyuna devam” şarkısında “Küçüktüm ufacıktım / Şimdi büyüdüm çocuğum var / Ben hep sorular sorardım / Karşımda aynı sorular” sözleriyle çok iyi özetlemişti bu durumu.
Özet iyi de, çaresini neden bulamadık bir türlü?
Söz buralara gelince, bir kez daha kapitalizm karşıtlığımızda ne kadar haklı olduğumuzu, çözümün toplumcu politikalarla -buna, ‘patikalarda’ da diyebilirim, fazlaca ‘derinler’e gitmeden- yürünerek, koşarak bulunabileceği savunularımızın ne denli doğru olduğunu not etmeden geçmemeliyim …
Öyle oldu böyle oldu derken yıllar geçti aradan ve geldik bugüne: Yine zam yine zam yine zam …
Doğruya doğru: Yeni yılın ilk haftasında yazasım gelmedi, öylece geçti gitti. İkinci haftayı ise bir tür ‘yüzleşme’ ile değerlendirerek vicdanımı dengelemek istedim. Bugüne dek neler neler yapabilirdik de yapmadık, yapamadık sorusunun peşine düşerek … Herkes bunu doğrudan doğruya sorsun kendine. Yanıtlar acı verse de, açık açık hesaplaşsın herkes, önce kendisiyle …
Bu arada bir de adeta dilimize yapışmış kalmış, pek çok kez istemsizce dilimizden dökülen şu kalıp sözümüz üzerinde dura-oynaya yazımı toparlamak istiyorum:
“Yapacak bi’şey yok!?”
Mevcut durumumuza (hali pür melalimize) ilişkin konuşmalarda en ‘yaygın’ kalıp cümlemizdir. Sık sık “yapacak bi’şey yok” der dururuz.
Bu durumun en azından yarım yüzyıldır farkında olan bir yurttaşınız olarak yıllarcadır bi’şeyler yapmaya, yazmaya çalışanlar arasında yer almaya çalışıyorum.
Bugüne dek bu doğru tutuma karşı: “Bi’şeyler yapmaya çalıştınız da ne oldu” başta olmak üzere bir dolu ‘umutsuz cümle’ duydum. Bu umutsuzluğun ‘risksiz yaşam arzusu’ndan beslendiği kesin. Yani, bi’şey yapmanın insanın rahatını kaçıracak gelişmeleri tetikleyeceğine ilişkin toplumsal bilinçaltımız, nüfusumuzun çok büyük bir bölümünde “bi’şeyler yapma niyeti”ni sıfırlıyor. Gerçekte, her zaman yapılabilecek bir şeyler bulunabilir ama sorun ‘niyet’ yetersizliği, hatta yokluğundan kaynaklanıyor ve bu davranış kültürü, adeta bir ‘genetik kalıtım’ gibi nesilden nesile aktarılıp ‘karakter’ olarak kurumsallaşıyor, güç kazanıyor.
‘Başka türlü bir şey’ seçeneğini tümüyle silen bir körelmeden söz ediyorum.
Oysa o, ne de güzel bir seçenektir, yaşamı renklendiren. Bir gülüş, bir öpüş, bir dünya.
Can Baba (Yücel) ne güzel anlatmış onu:
başka türlü bir şey benim istediğim
ne ağaca benzer, ne de buluta
burası gibi değil gideceğim memleket
denizi ayrı deniz,
havası ayrı hava..
bir başka yolculuk dalından düşmek yere
yaşadığından uzun
bir tatlı yolculuk dalından inmek yere
ağacın yüksekliğince
dalın yüksekliğince rüzgarda
ve bir yeni ömür
vardığın çimen yeşilliğince
nerde gördüklerim
nerde o beklediğim
rengi başka
tadı başka..
…
Hiç kimse bana, “zaman zaman yapabilecek hiçbir şey olamaz mı yani” sorusuyla başlayan bir açılım sunmaya çalışmasın.
Yıllar önce, henüz daha çok gençken, bir arkadaşımın: “Ben siyaseti bıraktım” kaçışına, “Ama siyaset seni, yaşamını şekillendirmeye devam edecek” benzeri bir cümleyle tepki gösterdiğimi anımsıyorum.
Tarih içinde durduğu sürece hiçbir yere ‘kaçamaz’ insan. Kaçtığını sansa, bunu yüksek sesle duyurmaya çalışsa da kaçıp kurtulamaz.
Yazılı-sözlü tarihin destansı ‘kahramanlık öyküleri’ni okuya-dinleye büyütülmüş milyonlarca insan olarak tarih dediğimiz yolculuğun bir yerlerinde bu öykülerin altında kalıp ezilmiş olmaktan kendimizi nasıl kurtaracağız?
‘Kahramanlar’ı, ‘kahramanlıklar’ı gereksinmeyen bir tarihin mümkün olduğunu göre-göstere başarılacak bu.
Herkesin, ‘daha güzel bir gelecek’ için bi’şeyler yapabileceğini göre-göstere başarılacak.
Geçenlerde, ‘Tanzanya’ ile ilgili bir belgesel izledim. Tanzanya’da albino çocukların nasıl da büyük bir zulüm yaşadıklarına dikkat çeken o belgeseldeki kahredici yokluk, yoksulluk görüntülerinin ardından, “Büyük yeraltı zenginlikleri olan Tanzanya’da yüzyıllardır adaletli bir üleşim sağlanamıyor, ülkede yokluklar, yoksulluklar büyüyor …” cümleleri eşliğinde süren bildik görüntüler, gözlerine ağızlarına kara kara sinekler konan albino çocuklar, duvar diplerinde, toprak üzerinde, tabaklarındaki lapa halinde yiyecekleri parmaklarıyla topaklaştırıp yiyen albino çocuklar …
“Yapacak bi’şey yok” mu?
Ülkemin, insanlarımızın hallerini hiç yazmayacağım bu kez, ama aynı soruyu yineleyeceğim:
“Yapacak bi’şey yok” mu diyorsunuz gerçekten?
Yapabileceğiniz bir şey var: ‘Utanabilirsiniz’ örneğin.
Bir yandan da kendinizle yüzleşmeye başlayabilirsiniz …
Bunun çok zor bi’şey olduğunu biliyor ve rahatınızı kaçırmak için yazıyorum bütün bunları.
Başarabilme ihtimalimizi güçlendirmek için yazıyorum …
Zam zam zam, yaz yaz yaz …
Rahatı Kaçan Ağaç
Melih Cevdet ANDAY
Tanıdığım bir ağaç var
Etlik bağlarına yakın
Saadetin adını bile duymamış
Tanrının işine bakın.
Geceyi gündüzü biliyor
Dört mevsimi, rüzgarı, karı
Ay ışığına bayılıyor
Ama kötülemiyor karanlığı.
Ona bir kitap vereceğim
Rahatını kaçırmak için
Bir öğrenegörsün aşkı
Ağacı o vakit seyredin.
Aklına, bilgine, birikimlerini ve kalemine sağlık sevgili Kemal…