Yılmaz Kaya AYLANÇ
İşler iyice can sıkıcı olmaya, artarak devam ediyor. Ülkemiz çok ciddi bir yol ayrımına koşar adım gitmekte.
İktidar, ekonomi başta olmak üzere pek çok konuda köşeye sıkışmış ve ne yapacağını bilemez durumda. Günü kurtarmaya çalışmakta, sorunlar konuşulsun istemiyor. Vatandaşın havadan sudan ve öbür dünyaya ait konular ile meşgul olması, sorun çıkarmaması ve ne yapılırsa yapılsın kabullenip rıza göstermesi isteniyor.
Asıl konuma girmeden önce, çok kısa birkaç konuyu anımsatmak isterim.
Bir hazine düşünün, hiç parası olmadığı gibi başkasına ait olan paraları da harcamış ve kasa 57 milyar dolar açık veriyor. Üretmek yerine çok ciddi ithalat yapar hale gelmiş. 167,5 milyar dolar kısa vadeli bir yıldan daha az sürede ödenmesi gereken borç var. Halkın borcu ise bir trilyon lira civarında. Enflasyonun geldiği yer ortada, resmi otorite 36,5 tarafsız kuruluşlar 82.2 hesaplıyor. TL değerini koruyabilmek için olmadık yollara gidiyor. Yani ekonomi, geleceğimizi ipotek eden bir yolda ilerlemekte.
Eğitim sanırım istedikleri yola adım adım ilerlemekte. Dindar ve kindar bir nesil yetiştirmek için her şey denenmekte ve yapılmaya çalışılmakta. 4-6 yaş çocuklara kuran ve din eğitimini yasallaştırma çabaları devam ederken, okullardaki eğitimi niteliksizleştirme çabaları da tam hızıyla sürmekte. İçi boş üniversiteler açarak, kalmanın olmadığı, doğal olarak da seçme fonksiyonunun yapılamadığı eğitimde her gencin üniversite mezunu olması sağlanarak ülke geleceği vasıflı insan gücü bilinçli olarak yok edilmiş, örselenmiş olmakta.
Adalet konusunu ise hiç söylemiyorum. O sizlere ömür.
Peki asıl konumuz neydi?
Türkiye Cumhuriyeti, dini anlayışla yönetilecek şeriat veya benzeri bir şekli kabul eden tek adam rejimine mi, yoksa çağdaş ülkeler içinde yer alacak parlamenter sistemde laik, demokratik bir hukuk devleti mi olacak?
Peki niye böyle düşünüyorum.
Kısa süre önce Ankara Melike Hatun Camii İmamı H.H.K. Bursa Mihraplı Camii’nde verdiği vaazda Sezen Aksu’nun beş yıl önce bestelediği bir şarkısındaki sözleri hatırlatıp 98 yıl önce TBMM kararıyla kaldırılmış hilafeti kast ederek şunları söylüyor: “Biz o makamı geri istiyoruz arkadaş, İslam adına istiyoruz” dedi.
“Bu dini sahipsiz bıraktılar, işte o sahip olsaydı ne Hz. Meryem’e, ne Hz. Adem’e, ne Resullullah Aleyhisselam’a, ne şeriata, ne Kuran’a, ne başörtüsüne, ne çarşafa, ne sarığa, ne minareye kimse konuşamazdı. Biz o makamı geri istiyoruz arkadaş, İslam adına istiyoruz” ifadelerini kullandı.
Bu açıklamadan bir süre sonra her Cuma günü olduğu gibi Cumhurbaşkanı Erdoğan, Cuma namazı sonrası bu kez ilk defa cami içinde hocadan mikrofonu aldı ve “Hz. Adem efendimize kimsenin dili uzanamaz. O uzanan dilleri yeri geldiğinde koparmak bizim görevimizdir. Havva validemize kimsenin dili uzanamaz. Onlara da had bildirmek bizim görevimizdir” şeklinde bir ifade kullandı.
Cumhurbaşkanının bu açıklamalarından cesaret alan bir grup 15 Temmuz Şehitler ve Gaziler Platformu da suç duyurusu ardından bir açıklama yaptı. Açıklamalarında Sezen Aksu kast edilerek “köksüz ve şeytanın izinden gidenler” gibi hakaret içeren ifadeler kullandılar. Bu grup aynı açıklamada CHP ve HDP’yi kast ederek, “şehitlerimize laf söyleyenlerin dillerini keseceğimizi buradan ifade ediyoruz” açıklamasında da bulundu.
Oysa ülkemiz Anayasası 2. Maddesi ne diyor: “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk Milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir HUKUK DEVLETİDİR.”
Cumhurbaşkanı’nın görevini de, “Cumhurbaşkanı, devlet başkanı sıfatıyla Türkiye Cumhuriyetini ve Türk Milletinin birliğini temsil eder.” (Md.104)
Yine, Anayasamızın 6. Maddesinde, “hiç kimse veya organ, kaynağını Anayasadan almayan bir DEVLET YETKİSİ kullanamaz.”
Bunlar hukuk devletinde olan ve olağan konular.
Oysa Sezen Aksu nezdinde ifade edilme fırsatı bulunup söylenenler, aslında hep içlerinde olan ve gerçekleşmesini istedikleri konular. Gömlek değiştirmek gibi ifadelerin gerçeği yansıtmadığı ortada. Tabii bunu halkın ve bazı aydınların da anlaması için ödenen bedel gerçekten çok ağar.
Demem o ki, bugün bir ozanımız, yarın bir gazeteci, öbür gün başka bir kişi linç edilmek istenerek gerçek düşüncelerini ortaya koyan iktidar içinde bu seçim, tamam mı devam mı seçimi olduğunu bilmekte. O nedenle bu seçimi almaktan başka çaresi olmadığını düşünerek seçimi almak için ne lazımsa yapacağını gösteren açıklamalar yapmaktan kaçınmamaktalar.
Ancak bu ülkenin önemli bir kesimi ise iktidar ile aynı düşünmemekte. Fakat bunu ifade edecek örgütlenme ve ekipmanlara sahip olmadıklarından seslerini yeterince duyuramamaktalar. Burada görev siyasi kurumlara ve STK’lara düşmekte. Bu kurumlar da halk sayesinde veya ait oldukları gruplar nedeniyle varlar. Toplumun sesini duyurmak, haklarını korumak ve bunun için mücadele etmek görevleri. O nedenle seçildiler.
Aylarca muhalif kesim toplantılar yapmakta ve pek çok konu üzerinde anlaşmaya çalışmaktalar. Hatta açıklama için nerede ve nasıl yapılacağı konusunda bile toplanmaktalar.
Oysa muhalefetin yapması gereken, zamanın oldukça daraldığı bu zamanda mazeretler, şekiller, sonra gündeme gelmesi gereken konuları bir yana bırakarak ilk etapta Cumhurbaşkanı seçimi için bir araya gelmek, uzlaşmak ve halkın karşısına bir an önce birlikte çıkmak olmalıdır.
Çünkü halka sorulacak soru kendilerine de sorulmaktadır. Tek adam rejimine mi demokratik parlamenter sisteme mi gidilecek? Yol ayrımları budur. Bunun için de çok düşünmeye gerek yoktur.
Bunda mutabıksanız bir araya gelin ve halka bunu açıklayın. Sonrasında da bu gerçekleşene kadar birlikte yürüyün, birlikte söyleyin, birlikte yapın.
Siz güçlü ve cesur bir irade gösterirseniz ve halkı buna ikna ederseniz sonraki her şey hem çok güzel olacak, hem kolay olacaktır. Ve siz yürümeye başlarsanız bu halk da sizlerle yürümeye başlar.
Aynı 1919 yılında vatanın kurtuluşu için karar verip yola çıkan kurucumuz Atatürk gibi. Unutmayın, yola çıkarken kimseden izin almadı, kimsenin onayını almadı, halka “hadi siz de çıkın” demedi. Yaptıkları ile halk O’na inandı ve arkasından ölümüne yürüdü.
Yazımı, iktidarın niyetlerini ortaya koyduğu son hafta çıkışına maruz kalan sanatçımız Sezen Aksu’nun yanıt niteliğindeki son şarkı sözünün dizeleriyle kapatıyorum.
“Sen beni üzemezsin, zaten çok üzgünüm. Sen beni sezemezsin, Dilimi ezemezsin. Nereye baksam acı. Kim yolcu kim hancı, Dur bakalım… Beni öldüremezsin. Sesim, sazım, sözüm var benim. Ben derken ben herkesim.”
Türkiye birden büyüktür!
1 Yorum
Yıllardır adim adim ilerlediler yazı ülkenin nasıl çıkmazda olduğunu görüyor üzülüyorum. Yilmaz kardesim