BAKTIKÇA … – soru/yorum – A. Kemal KAŞKAR
Ekonomik sorunlar, toplumumuzun geniş emekçi-emekli kesimlerinin yaşamlarını cehenneme çevirmiş durumda. Bu tablonun, tartışmasız ‘tek başına sorumlusu’ olan yirmi yıllık iktidar ise ‘tedavi kabul etmez hasta’ tavrı ile sorunun varlığını inkar etmeyi sürdürüyor. ‘Yaygara’ diyor, ‘cehape zihniyeti’ diyor, ‘bay kemal’ diyor, ‘dış güçler’ diyor, diyor da diyor ve bir türlü sadede gelinemiyor. Şimdilik ‘erken seçim’e de yanaşmıyor. Böyle böyle yana kavrula günler geçiyor. Sorunlarımız, altından kalkılamayacak ölçülerde büyüyor, büyüyor …
Dünyanın hallerine baksanız o da kötü, çok kötü! Rusya-Amerika-Almanya-Fransa-İngiltere-NATO-Ukrayna hattında krizin savaşa doğru tırmanışta olduğu yorumları yaygın kabul görüyor. Putin adımını attı yürüyor, “batı” Rusya’ya yönelik ekonomik ambargo açıklamaları yapıyor … Ülkemizde ise, dış politika uzmanlarının “Montrö antlaşmasının mana ve ehemmiyetinin daha iyi anlaşıldığı”na dikkat çekip bir dış politika kazası yaşanmaması uyarıları-temennileri ile günler geçiyor …
Ülkemizin içi-dışı sorun üstüne sorun. Dolayısıyla bizim için dünya: Üst üste gelen, birikerek büyüyen sorunlarla yaşamaya alıştığımız, zamanla birçoğunu da kanıksadığımız bir yer … Peki ama bir başka dünya mümkün değil mi? Elbette mümkün … Mümkün ama …
En kestirmeden yazmam gerekirse: Dünyanın kapitalizmle yollarını ayırması, kapitalizmin güçten düşmesi halinde nefesleneceğimiz kesin. “Her şey çok güzel olacak” umutlarıyla özetlediğimiz bir gelecek için, ‘sosyalist seçenek’le zenginleştirilmiş söylemlerin gücünün, etkisinin artması, arttırılması şart. Aksi durumda pek çok şey lafta kalıyor, kalacak.
…
Şimdi tam burada bir an durun, gelin sizi, koskocaman dünyamızın 91 ülkesinin sporcu, yönetici ve çalıştırıcı olarak temsilcilerinin sığabildiği bir köye, bir ‘olimpiyat köyü’ne götüreyim, ne dersiniz …
Sözü, 24’üncüsü Pekin’de yapılan Kış Olimpiyatlarına getirmek istiyorum. Bu karda kışta, bu geçinme güçlüğü koşullarında ve üstelik bir de yakınlarımızda bir yerlerde ‘dünyanın savaşma ihtimali’nin arttığı koşullarda ‘olimpiyat edebiyatı’na karnımız tok mu diyorsunuz yoksa … Ne derseniz deyin, ben yazmayı sürdüreceğim.
Elbette, Pekin’de 4-20 Şubat 2022 tarihleri arasında yapılan yarışmaları, kazanılan madalyaları, olimpiyat-dünya rekorlarını bir yana bırakıp sadece ve sadece açılış ve kapanış törenleri sırasında oluşturulan tablolardan bahsetmek istiyorum size, kısaca … TRT Spor Yıldız’da izleyebildiniz mi o iki töreni? İzlediyseniz daha iyi anlayacaksınız yazacaklarımı. İzlemediyseniz, yaza yaza yeterince hissedebilmenizi sağlayabilmem oldukça güç, biliyorum, farkındayım. Ama bunu olabildiğince yapmak, yazmak istiyorum. İşim çok zor ama başka da şansım yok … Ne kadar anlatabilirsem kâr!
…
Açılış ve kapanış törenleri yaklaşık 10 dönümlük ‘yüksek çözünürlüklü bir led ekran’ üzerinde yapıldı. Rengarenk. Sadece bu bile yeter aslında. “İnsan daha ne ister” dedirtir insana …
Sevgili Annem: “Ömrümde ne çok şeye tanık oldum” der gülümserdi. Bunun bir tür ‘razı olmak’ olduğunu bilirdim: “İnsan daha ne ister yaşamdan” razılığı … Yaşamının son dönemleriymiş meğer. Bunu bize ustalıkla düşündürürdü. Örneğin, Cahit Sıtkı Tarancı’nın “Gün Eksilmesin Penceremden” şiirini besteleyen Münir Nurettin Selçuk’un şarkısını daha öncelerde de söylerdi, hatta birlikte söylemişliğimiz bile vardı ama yüzünde herhangi bir veda burukluğu yoktu? … Belki de hep vardı ve ben görememiştim kim bilir, ama yıllar sonra ilk kez ‘son’u, yine o şarkıyı söylerken yüzündeki kocaman veda burukluğunda görmüştüm:
“Ne doğan güne hükmüm geçer / Ne halden anlayan bulunur / Ah aklımdan ölümüm geçer / Sonra bu kuş, bu bahçe, bu nur / Ve gönül Tanrısına der ki: / – Pervam yok verdiğin elemden / Her mihnet kabulüm, yeter ki / Gün eksilmesin penceremden!”
Bunları düşündürdü bana o rengarenklik … Günlük yaşamlarından kısacık bir süre için çıkıp oraya koşup gelen her yaştan, her meslekten yaklaşık 30 bin gönüllü Çinlinin, boyut tanımaz görsel oyunlarla çizdiği rengarenk ahenkli tabloları izlerken hep gülümsediğimi farkettim. Mutlu olduğumu … O sıra, sunucunun, bir Çin atasözü olduğuna dikkat çekip “Verdiği sözü tutmak altın değerindedir” sözünü söylemesi üzerine içimde ‘verdiğim sözleri hep tuttuğum için’ büyük bir huzur … Ve bütün huzur haklarımı kullanarak Annemi düşündüm, haklıydı! Nelere nelere tanık oluyordu insan yaşarken. Şu kocaman dünya üzerinde dünyalılar olarak her şeye rağmen kocaman bir ‘aile’ olduğumuza tanıklık ediyordum ekran karşısında bir kez daha … Bunun, dünyanın en büyük düşü olduğunu bile bile, o düşle olup bitenler arasında düşe kalka gide gele …
Gerçekler! Dünya koskocaman evet ama “dünya çok küçük” de deriz sıkça. “Güneş battı” derkenki rahatlıkla. Nasılsa “doğacak yine” rahatlığıyla … ‘Aile düşü’yle mutlu, rahat bir hayat, rahatlatan bir hayâl … Engel ne?
Bir de, Çin takvimine göre ‘ilkbahar başlıyor’muş yine. Derin bir nefes alıp verebilecekmişiz çok soğuk kışın ardından yine … Baharın bütün fırsatlarını değerlendirmek için, hep birlikte …
Yükselişte, düşüşte, zaferde, yenilgide hep birlikte … Düş işte!
…
Yıl 1971’di. İzmir’de Akdeniz Oyunları (Olimpiyatları) yapılıyordu. Alsancak’taki olimpik havuzdaki yarışmaları anımsıyorum. Mütevazi tribün kapasiteli Alsancak Stadı ile büyümüş bir kuşak olarak Halkapınar’daki 50 bin kişilik Atatürk Stadı da bir tür ‘mucize’ gibi katılıvermişti dünyamıza … Ama en çok da İnciraltı’ndaki ‘Olimpiyat Köyü’ … Çok güzeldi, rengarenk. Sonradan öğrenci yurdu olarak kullanılmaya başlandıydı, halâ daha öyledir. 1970’li yılların ikinci yarısında oraya her gittiğimde Akdenizli komşularımızla oraya bir güzel sığıp hep birlikte rahatlıkla yaşanabildiği gelmiştir aklıma ve dünyaya sevgimi besleyip büyütmüştür bu da … Aynı mekanda 12 Haziran 1980 akşamında yaşanan katliama rağmen … İnciraltı Öğrenci Yurdu olarak kullanılan o ‘Olimpiyat Köyü’nde kalan üniversite öğrencilerinin, üniversite sınavına girmek için İzmir’e gelip geceyi yurtta geçiren öğrencilerle birlikte düzenledikleri etkinlik sırasında jandarma tarafından açılan ateşle İsmail Baytok, Hüseyin Akdağ, Mehmet Ali Arın, Mustafa Uslu ve Ali İhsan Tan isimli beş kardeşimizin öldürülmesine ve o gün bugün bir yanı o katliamla anılmasına rağmen …
Dünyamızda, kocaman bir ‘olimpiyat köyü’nde yaşar gibi yaşasak …
Bir bakıma düşlerimizle gerçekler arasında düşe kalka yaşamıyor muyuz! Ortak bir geleceğe hep birlikte yürümüyor muyuz! İyi kötü! Ne kadar nelere gücümüz yeterse, neler neler yapabilirsek o kadarına razı … 24’üncü kış olimpiyatlarında yinelenen şu sözler de, bu yürüyüşte dünyamızı iyiye-güzele yakınlaştıracak duyguları, düşünceleri beslemek için değil mi zaten:
“Daha hızlı, daha güçlü ve daha yükseğe, birlikte!”
…
Uluslararası Olimpiyat Komitesi Başkanı Thomas Bach’ın, dünyanın siyasetçilerine yönelik şu sözüyle noktalamak istiyorum:
“Olimpik barışa attığımız bu imzaya sahip çıkın! Barışa bir şans verin!”
Ortaya karışık: ‘Yüzde 6-7’ hesabı!?
AK Parti Grup Başkan Vekili Muhammed Emin Akbaşoğlu, HaberTürk televizyonundaki programda, Avrupa’da % 6 – 7 enflasyon olduğundan bahisle, oralarda önceden 150 euro’ya yapılan alışverişin artık 750-800 euro’ya yapılabildiğini söyleyivermiş.
Program sunucusunun uyarısına rağmen, “Yüzde 5’le, 6 ile çarptığınızda zaten o rakamı alırsınız” diyerek, yaptığı hesabın sonucunun doğru olduğunda ısrar eden Akbaşoğlu, sonradan yaptığı düzeltme-açıklamada da, “Yanlış demişim” demeyip “Bütün dünyada yaşanılan pandemi nedeniyle fiyat artışlarının enflasyon oranlarının yükselmesi münasebetiyle hem Türkiyemizde hem Avrupa’da hem de bütün dünyada yaşanılan bu duruma ilişkin değerlendirme yaparken yüzdelik oranla ilgili bir enflasyon oranı ifade ederken bir başka boyutuyla, dört beş kat artan fiyatlara vurgu yapmak ve bazı örnekler vermek suretiyle bu konuda yaşanılan sıkıntılara dair bir beyanım olmuştu. Bu konuda örnek verdiğimiz üzere, 25-26 dolar olan bir varil petrolün 96 dolarlara varması münasebetiyle yaklaşık dört kat arttığına ilişkin örneği de bu konuşmamda ifade ederek, Avrupa’da da dünyada da gerçekten son 40-50 yılın en büyük fiyat artışlarının da olduğunu, enflasyon oranlarının arttığını bununla beraber bazı ürünlerde de dört beş misli bir fiyat artışının olduğunu beyan etmiştim. Bu konuyla ilgili lafzımızla kastımız arasındaki bu farkı da sizlerle ve kamuoyuyla paylaşmak istiyorum” dediğine göre, hesabının doğru olduğu varsayımı üzerinden hareket etme hakkımız doğmuş bulunuyor …
Bu matematiğin acilen sevgili ülkemizde de uygulanması için gerekli tüm kanun hükmünde olsun olmasın -yeter ki olsun- kararnameler çıkarılmalı. Neden mi?
Dikkat edin: Kısa süre önce, KDV’si % 8 olan ürünlerde KDV kaça indirildi? Yüzde 1’e değil mi?
8’den 1’i çıkarın, kaç kalıyor? 7!
Fransa’da yüzde 6-7’lik artışla 150 euro’luk alışveriş 750 euro’ya yükselmiş ise, bu hesaptan cesaret alıp hareket ederek, KDV’sinde % 7’lik indirim yapılan ürünlerden halen 750 liraya alabildiklerimizi 150 liraya alabilmemiz icap etmez mi … Sayın Akbaşoğlu’nun kastı ile lafzı arasındaki farkın, hiç vakit yitirilmeden kamuoyu lehine değerlendirilmesi gerekiyor bence …
Olur mu? Deneyin bakalım!
…
Vatandaş; ayın sonunu getiremez bir hesap-kitap karışıklığı içinde kafasını bir de böyle çorba edecek siyasetçilerle uğraşmak zorunda kalıyor ne yazık ki …
Ben de kafanızı karıştırmış olabilirim. İyisi mi siz bu yazımı hiç okumamış olun, unutun gitsin!