‘Bodrum Kent Konseyi Gölköy Sulak Alanı Çalışma Grubu’ tarafından hazırlanan “Gölköy Akdeniz (Karianda) Gölü Sulak Alanı Koruma Planı Çalıştayı”nda konuşan Bodrum Gönüllüleri Derneği eski Başkanı, Sevgili Kuzenim Cüneyt Karaloğlu, 45 yıl öncesinin Gölköy’ünden anlar, anılar, fotoğraflar paylaşarak başladığı konuşmasını şu cümleyle sürdürdü:
“Şimdilerde ‘Acem Masalı’ gibi geliyor insana …”
BAKTIKÇA … – soru/yorum – A. Kemal KAŞKAR
‘Bodrum Kent Konseyi Gölköy Sulak Alanı Çalışma Grubu’ tarafından hazırlanan “Gölköy Akdeniz (Karianda) Gölü Sulak Alanı Koruma Planı Çalıştayı” 16 ve 17 Nisan tarihlerinde Bodrum’da yapıldı.
16 Nisan Cumartesi günü saat 10’da Bodrum Belediyesi Herodot Kültür Merkezi’nde başlatılan Çalıştay’ın ilk konuşmacısı, ailemizin İzmir’den Güney Ege’ye ulaşan ilk temsilcisi, Sevgili Kuzenim, Bodrum Gönüllüleri Derneği eski Başkanı, Kaptan Cüneyt Karaloğlu idi.
‘Hurması ile de meşhur!’
Yaklaşık 200 çeşit kuş türüne ev sahipliği yapan Milas-Tuzla Sulak Alanı’nın yanında mütevazi de kalsa yaklaşık yüz çeşit kuş türüne ev sahipliği yaptığı bilinen Gölköy Sulak Alanı’nın çok özgün bir yanı da hurma ağaçları … Gölköy Sulak Alanı; ‘Datça Hurması’ diye bilinen, Akdeniz kıyılarında ve Girit adasında çok dar bir yayılışı bulunan bir tür hurmanın doğal yayılış alanı aynı zamanda … Bu bakımdan çok değerli, çok önemli bir doğal zenginliğimiz …
“Gölköy Sulak Alanı Savunu Tarihçesi”
“Gölköy Sulak Alanı Savunu Tarihçesi” olarak başlıklandırılmış konuşmasına, 1970’li yıllarda Gölköy’e, adı bile söylenmeden sadece ‘köy’ dendiğini, köy bile olmayan Torba’da ise topu topu 4 tane bağ evi olduğunu belirterek başlayan Cüneyt, sözlerini şöyle sürdürdü:
“1978’de Torba’dan yürüyerek Gölköy’ü keşfettiğimizde bu bölgede yapılaşma diye bir şey yoktu. Daracık bir yol Türkbükü’ne ulaşırdı, hepsi o. Yalısında, hayatları denize bakan birkaç bina mevcuttu. O yıllarda, bazı felsefeciler ve sanatçılardan oluşan bir grup entelektüelin keşfettiği Gölköy’e ciplerle ulaşılıyordu, yolunun menfezleri yeni yeni yapılıyordu. Milas-Bodrum yolu 1982’de tamamlanınca, buralarda her şey hızla değişmeye başladı. Bazı köy evleri, genç sanatçılar tarafından kiralanmaya başlandı. Ben de o yıllarda, sonradan kültür balığı üretimi işine girip şimdilerin Kılıç Holding’ini kuran Orhan Kılıç’tan kiraladığım köy evinde ‘Kadyanda’ adını verdiğim pansiyonu açtım. Orhan Kılıç, o yıllarda sebze ticareti yapan küçük bir esnaftı. Yol yok, elektrik yok. Elektriğimizi jeneratörle üretiyorduk. 50 litre mazot için Bodrum’da iki gün beklediğimi bilirim. Akşam hava karardığında çalıştırıp duruma göre gece on bir on ikilerde kapatırdık. Bu şartlarda 50 litre mazot yaklaşık 5 gün yeterdi. Bugünle kıyaslandığında yokluk çoktu, hatta hiçbir şey yoktu bile denilebilir ama çok mutluyduk. Cennet gibi bir koyumuz vardı, turkuaz bir denizimiz vardı. Fantastik güzellikte bir yerdi. Çomça koyu billur gibi suyuyla akvaryum gibiydi. O dönem yılın belli bir bölümünde Gölköy’de yaşayan Arkeolog Sezgin Hanım’a (Akkoç) misafir gelmiş Güngör Dilmen ve Azra Erhat gibi isimler Kadyanda’da kalırlardı. Müşterilerim arasında Atıf Yılmaz ve Ferhan Şensoy’u da sayabilirim. Ferhan Şensoy, iki buçuk ay kadar bende kalırdı. “Şahları da vururlar”ı Kadyanda Pansiyon’da yazmaya başladı. Oyunun ilk müzik çalışmalarını Gölköy’de yapmıştı … Geceyarısına doğru jeneratörü kapatıp yalıya inerdik. Mehtapsız gecelerde yıldızlar denizin yüzünü aydınlatırdı. Samanyolunu denizin üzerinde düşünsenize … Şimdilerde ‘Acem Masalı’ gibi geliyor insana … Rahmetli Günseli Başar’ı konuk ettiğimizi anımsıyorum. Gölköy’de şipata denilen istiridyelerden çok güzel spagetti sosu yapılacağını söylemiş ve denemiştik. Ama tadı çamurlu gibiydi ve bir daha denemedik. Gölköy Sulak Alanı ile ilgili ‘Savunu Tarihçesi’ne geçmeden önce, o yıllarda yaşadığımız güzellikleri paylaşmak istedim sizlerle …”
Cüneyt, esas konuya tam da buradan bir geçiş yaparak, o yıllarda Gölköy’de bir ‘balık çiftliği’ denemesinden bahisle, “Sulak alanı etkileyecek şekilde ilk müdahale böylece yapılmış oldu. 6 tane balık havuzu vardı. Bazı alanların kurutulması amacıyla akarsuların yönleri değiştirildi. Kolaylıkla tahmin edilebileceği gibi bu, bir sulak alan için en büyük sorundur. Sonrasında, tıpkı sos için kullandığımız istiridyelerde olduğu gibi üretilen balıklarda da çamur tadı olduğu için piyasada tutmadı, satılmadı ve o iş bırakıldı. Sanırım 1986-1987 yıllarıydı, sulak alanda ilk ağır tahribat böylece yaşanmış, başlamış oldu. Ardından yapılaşma başladı bölgede ve 1988’de de yangın! Amaç, Gölköy’e özgü hurmaları yok etmekti. O yangınla birlikte her şeyin büyüsü hızla bozuldu. Gölköy, zaman içinde ünlenmeye başlamış, dolayısıyla ‘su’ yavaş yavaş ısıtılmaya başlanmıştı. Sonra çöpler, molozlar dökülmeye başlandı sulak alana. Dolgu, doldurma girişimleri oldu. Futbol sahası yapmak amacıyla Belediye tarafından yapıldı bu çalışma. Karşı çıktık, durdurduk. Geriye dönük düzeltme, ‘eski haline getirme’ doğrultusunda mahkeme kararına rağmen o dolgu orada öylece kaldı, kaldırılmadı. Bu konu hep en büyük sorunumuz olmuştur. Bu tür hukuksuz, yasa tanımaz adımlardan sonra hukukun verdiği ‘eski haline getirme’ kararları hiç uygulanmaz. Orası için de maalesef öyle oldu” dedi.
Güzellik, ille de ‘yapay’ olmak zorundaymış gibi …
Konuşmasının devamında, insanoğlunun, değişik şekillerde doğamızı ‘sürekli tehdit eden’, doğal olanı ‘sürekli olarak değiştirme çabası’nın varlığına dikkat çeken Cüneyt, futbol sahası girişiminin ardından bir de ‘golf sahası’ girişimi yapıldığını ve onu da engellediklerini belirterek, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Ardından, ‘rekreasyon alanı, park yapacağız’ dediler. Sürekli bir değiştirme gayreti, ‘tabii görünüm’den rahatsızlık, sözümona bir derleme-toplama, güzelleştirme çabası Gölköy Sulak Alanı’na da musallat olmuştu. Güzellik, ille de ‘yapay’ olmak zorundaymış gibi. Ben bu hallerimizin kaynağını, aydınlanma çağını kaçırmış, kendi Rönesansımızı yaşayamamış olmamızda görüyorum. ‘Doğal güzellik’ diye bir şey kabul edilemiyor bir türlü. İlle de müdahale edilmesi gerekirmiş gibi bir beklenti, bir talep, bir çaba içinde olunuyor bu yüzden …”
Konuşmasının son bölümünde, 1996 yılında Bodrum Yerel Habitat toplantılarında dile-gündeme getirdikleri Gölköy Sulak Alanı ile ilgili bir yol haritası belirlendiğini, bu mücadelenin belgelerinin yıllar boyunca kamuoyu ile paylaşıldığını ancak yeterli farkındalığın bir türlü oluşmadığını, oluşturulamadığını belirten Sevgili Kuzenim Cüneyt Karaloğlu, sözlerini şöyle tamamladı:
“Her yeri defalarca kurtarmaya çalıştığımız halde o yerlere yönelik baskı ve saldırılar sürdürülüyor. Baskılar, saldırılar sürdükçe umutlar da eksiliyor ancak her şeye rağmen doğal, tarihsel, kentsel zenginliklerimizi ‘kesin koruma’ şemsiyesi altına almak için mücadele sürmeli, sürüyor da zaten … Teşekkür ediyorum …”
İki nedenle …
Bu konuyu, birincisi, Sevgili Cüneyt’in çok değerli tanıklıklarını dile getirmesi vesilesiyle ‘sözlü tarih kayıtları’nın hem önemine hem de dinlenmesinin ne denli keyifli olduğuna, ikincisi de Bodrum Kent Konseyi’nin Gölköy Sulak Alanı ile ilgili bir Çalışma Grubu oluşturmasının, örnek alınası bir çalışma olduğuna dikkat çekmek için not etmiş bulunuyorum.
İyi Bayramlar …
Ve ille de Şeker Bayramımızı kutluyorum.
Bi’şey yapmalı ve susmamalıyız!
Bu haftayı, ‘Gezi davasında alınan kararlar’a tepki vermeden geçmem düşünülemezdi …
Sözü hiç dolandırıp uzatmadan bir aktarma ile yetinip noktayı koyacağım.
Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanı Erkan Baş’ın, Gezi davası kararları sonrasında yaptığı açıklamadan aktarıyorum:
“Önümüz 1 Mayıs. Ben ne yapabilirim diye soran yurttaşlar, komşularıyla, iş arkadaşlarıyla, okul arkadaşlarıyla konuşup yan yana gelmeli. Bu ülkenin buna layık olmadığını birbirimizle paylaşalım. 1 Mayıs günü tüm Türkiye’de bu ülkenin gerçek sahiplerinin, emekçilerin yoksulların sokağa en güçlü şekilde çıkıp kuvvetli bir ses çıkarmasının son derece önemli olduğunu düşünüyorum. Yani iktidarın ‘Ben sizi susturacağım’ iddiasına karşı, ‘Hayır susmayacağız ve biz bu ülkeyi sizden kurtaracağız’ iddiasını ortaya koymamız lazım.”