BAKTIKÇA … – soru/yorum – A. Kemal KAŞKAR
Bahçe. ‘Zaman’ın en güzel hâlidir.
Geçip giden, başlayıp biten tünel zamanların dışında en güzel zamandır bahçe.
Her şeyden önce ve her şeyden güzeli, üstünün açık olmasıdır. Üstü gökyüzüdür, yani bulutlu kuşlu her ne varsa içinde hep birlikte renkli ve hem de hep çok seslidir bahçe … Aynı zamanda, gözlerinin içi gülen bir ahenkle esen rüzgar eşliğinde dans da edilir orada. Sözün kısası, dünyanın en güzel yerlerindendir.
Gözbebeğimiz desek abartmış olmayız.
Daha dünmüş gibi gözümün önündeki görüntülerde, Sevgili Babam ve Annemin yaşamlarında en çok mutlu oldukları yerler hep bahçeler olmuştur. Kendi bahçelerimiz kadar komşularımızın bahçeleri de dahildir buna. Çünkü mutluluk bahçelerden gelir mülkiyetten değil. Sevgi de öyle, saygı da, zenginlikler de, her şey …
Bu nedenle benim için bahçelerdeki buluşmalar hep sevgiliyle buluşmak, el ele dolaşmak kadar unutulmazdır.
Kuşlar vardır, ağaçlar otlar vardır, rengarenk kelebekler uçuşmaktadır. Bütün böcekler, hatta örümcekler bile bir başka yaşamdır orada, kabına sığmaz … Dolayısıyla ben de hep bahçelerle birlikte yaşayıp büyümüşümdür ve halâ daha bahçelerde büyümekteyim, daha ne kadar büyüyeceksem oraya dek …
Bir süredir sabahları onları dinliyorum. Beni, Şirinyer’deki evimizin bahçesine götürüyorlar örneğin …
Bahçede ‘Tarih’ çalışıyorum. Ortaokul yıllarım. Erik ağacının güneşle el ele büyüttüğü erikler henüz daha yenecek kadar büyümemiş. Bahçedeki diğer ağaçlar; ayva, kayısı, nar ve çardağın üzerinde salkımlarını ustalıkla büyütmeye başlayan Sultaniye üzüm gölge etmese, sıcağına dayanılacak gibi değil havanın … Bahçenin arkasındaki ‘Osmanağa Suyu’ diye bilinen suların kaynayıp durduğu, yüksek böğürtlen örtüsünün içinde, paslı sac kapısının bir kanadı yıllardır hep yarım açık duran eski su deposunun gizemli bir terkedilmişlik, yapayalnız kalmışlık havası kattığı alanda kargıların da durdurulamaz şekilde yayılarak yeşermeye başladığı günler … Yılın sekiz dokuz ayı sular içindeki o alandan akşamüzeri saatlerinden geceyarılarına kadar kurbağa sesleri de ha yükseldi ha yükselecek zamanlar … ‘İribaşlar’, her geçen yıl daha çok artıyor, adeta yüzecek yer kalmayacakmış kadar sıkış tepiş itiş kakış kıpraşıyorlar suyun içinde … Hepsine hep çok büyük saygıyla büyüdüğümü anımsıyorum.
Bahçedeki en büyük ağaç olan dut gözlerimin önünde. Gövdesine merdiven dayayıp zar zor çıkabildiğim dutun az ötesinde, yaklaşık bir-birbuçuk metre toprak altındaki zengin yeraltı sularının hakkını en çok veren koca bir de söğüt ağacı: Sanki yanıbaşında şırıl pırıl bir dere akıyormuş kadar serin gölgesiyle davetkâr!
Basketbol sevgisinin şimdilerde olduğu kadar gelişmediği o yıllarda, uygun çapta bir varil kelepçesiyle yaptığımız basket potası da o güzelim söğüdün bir başka hizmetiydi bize … Üzerini dallarıyla kapattığı ‘büyük beton alan’ hemen hemen yarım basketbol sahası kadar geniş ve henüz ‘küçük olduğumuz’ o günlerde bize fazla fazla yeten, bulunmaz bir spor tesisiydi o yıllarda çok daha büyük olan tesis yetersizlikleri dikkate alındığında …
Söğüdün geniş gövdesi, bahçe sulama havuzunun duvarını dayanak olarak kullandığı için, hiç olmayacak kadar ötelere berilere uzayıp gidebilecek gücü, dayanıklılığı bulabiliyordu kendinde …O havuz ki, büyük sayılmazdı ama, uzun kenarlarından birinde Annem diğerinde Babam durur ve bir abimi bir beni, sac çamaşır leğeninin içinde bir o yana bir bu yana yüzdürmelerine yeterdi. O bahçe sulama havuzu, bize çok büyük keyifler yaşatan “post olimpik” yüzme-yüzdürme havuzumuzdu da aynı zamanda. Yıllar geçtikçe, biz büyüdükçe, o leğen de, havuz da küçüldükçe küçülmüş, zaten bir süre sonra o leğencik de, babamın özel olarak çizdiği proje kapsamında bahçemizdeki yerini alan ‘Ördek Kümesi’nde ördeklere hizmet veren havuzcuk için kalıp olarak kullanılıp görevini huzur içinde tamamlamıştı … Hepsinin ne denli değerli olduğunu anlatmaya çalışıyorum … Türkiye’nin 12 Eylül dönemini yaşadığı zamanlarda üç daire karşılığında müteahhite teslim olmuş, teslim edilmiş bir bahçeden söz ediyorum … Yani yaklaşık 40 yıldır olmayan bir bahçeden … En son, birkaç ay önce, önünde kalan daracık alanda beton parkeler arasında arayıp bulduğum toprak parçalarına gül ve defne diktim, yaşıyorlar.
Sadece Şirinyer’le sınırlı değil bu saygıyla büyüyüşüm, bir de Gülbahçe var. Orada da zeytinler, narlar, bademler, portakal, mandalin, iğde ve iki de limon … Limonun biri, Annemin veda edişinden sonra durduramadı kendini, dayanamadı … “Annemi göremeyen gözleri körleşiverdi, filizlerini durdurup kurudu sonra, tümden kapadı gözlerini dünyaya o da” diyorum o limonun gidişini anlayabilmek için … O da bir büyük değerimizmiş meğer, kurutunca kendini farkedebildim bunu. Vedalaştık onunla da … Gözlerimizde limon kokulu yaşlar …
Neyse ki limonumuzu kaybettik ama Gülbahçe’deki bahçemiz yerli yerinde duruyor, yaşıyor halâ …
Bunları anlatmamın nedeni, Selanik’te halâ yaşayan bir Nar ağacının altından alınıp CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na da sunulan toprağın çok büyük değerine dikkat çekmek istememdir.
Bu yılki 19 Mayıs kutlamaları kapsamında Samsun Atakum Belediyesi’nin destek olduğu Atatürk’ün Selanik’te doğduğu evin bahçesindeki asırlık nar ağacının altından alınan toprak, Atakum Belediye Başkanı Cemil Deveci’nin ifadesiyle, ilçedeki Lozan Parkı’nda çiçeklere, ağaçlara can vermesinin yanısıra, 24 Mayıs Salı günü TBMM CHP grup toplantısı öncesinde, sembolik olarak CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na da sunuldu.
Baba tarafından Selanikli Anne tarafından da Giritli bir yurttaşınız olarak, o sunuş sırasında bu toprağın Selanik’teki ‘o nar ağacı’nın altından getirildiği söylendiği anda, aklıma düştü bu yazı …
Ülkemizi emperyalist işgal ve esaretten ‘ya istiklâl ya ölüm’ ufkunu göstererek kurtaran Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın başlattığı devrimci tarih yolculuğumuzda sonra sonra değerini farkettiğimiz ve layık olduğu ilgiyi gösterdiğimiz ne güzel yaşanmışlıklar var şu dünya üzerinde. İşte o nar ağacı da o değerlerimizden biri … Nar ağaçlarına özgü bütün güzelliğiyle …
Gerçek ve en büyük zenginlik, birlikte büyümekte olduğumuz bir nar ağacıdır örneğin, bir limon ağacı da olabilir bu … Kurusalar bile onları büyüten topraktır gerçek ve en büyük değerimiz. Bunun farkında olarak bakalım derim çevremize … Bugüne dek sahip çıkmadığımız kadar sahip çıkalım ülkemize …
“İdeallerini koruyan bir gazeteci, bütün toplumun saygınlığını kazanır”
Çağdaş Gazeteciler Derneği tarafından “Rektörün Torpili” haberiyle ödüle layık görülen ve Ekim 2021’de ödülünü merhum Gazeteci-Yazar Mustafa Ekmekçi’nin Eşi, Sevgili Aldoğan Abla’nın elinden alan değerli Gazeteci meslektaşımız Ali Ekber Ertürk’ü önceki gün kaybettik.
Henüz 54 yaşındaki Gazeteci kardeşimizi saygıyla uğurlarken, CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun şu sözlerini, siz sevgili okur-yazarlarımla paylaşmak istedim:
“Sözcü Gazetesi’nin çok değerli bir muhabiri vardı, Ali Ekber Ertürk. O dün vefat etti. Bugün Sözcü Gazetesi’nin önünden kendisini uğurladık, sonsuzluğa uğurladık. Orada söyledim: Gazetecilik kolay bir iş değildir. Gazeteciliğin mesaisi olmaz. 24 saat gazeteci haber peşinde koşan birisidir. Kalemini satmayan gazeteci, bütün toplumun saygınlığını kazanır. İdeallerini koruyan bir gazeteci, bütün toplumun saygınlığını kazanır. Ali Ekber Ertürk de o saygın gazetecilerden birisiydi. Hastalığın pençesinde maalesef hayata veda etti. Kendisine, yakınlarına, Sözcü Gazetesi ailesine başsağlığı dileklerimizi iletiyoruz.”