BAKTIKÇA … – soru/yorum – A. Kemal KAŞKAR
Durumun, durumumuzun vehametini kabul etmiyor, edemiyorlar bir türlü. 20 yıldır iktidardalar ve işleri iyice içinden çıkılamaz hale getirdiler. Dolayısıyla ‘kabul etseler’ siyaseten yenilgiyi kabul etmiş olacaklar. Kabul etmiyorlar ve ‘cambaza bak’ yöntemine sarılıp türlü türlü taklalar atıyor, çoğu kez komik oluyorlar … Aralarında Amerika, İngiltere, Almanya’nın da bulunduğu birçok ülkede durumun ülkemizden ‘daha vahim’ olduğundan, dolayısıyla memleketimizin halinin o kadar da kötü olmadığından bahisle sürdürdükleri propagandayla etkileyebildikleri vatandaş sayısı gün günden azalsa da, başkaca bir çıkış yolu üretememiş durumdalar. ‘Son dakika’da ilan edecekleri ‘erken-baskın seçim’ için düşündükleri, beklettikleri bir atımlık barutları elbette vardır ama ülkemizi içine düşürdükleri durumdan yine kendilerinin çıkarabileceğine çoğunluğu ikna edebilmeleri olanaksız …
‘Partili Cumhurbaşkanı’nın “farkındayız, çözeceğiz” dediği ve fakat “teknik anlamda” değil “fiili bir hayat pahalılığı sorunu” olarak yaşandığına dikkat çektiği ‘enflasyon’ hakkında: “Enflasyon bir sorun mudur? Evet, bir sorundur. Ama Türkiye’nin sorunlarının asıl sebebi ve çözüm yolu tek başına bu başlık mıdır? Kesinlikle değildir. Eğer öyle olsaydı geçmişte sayısız defa uygulanan, bir kısmı da başarıya ulaşan enflasyonla mücadele merkezli ekonomi programları sayesinde ülkemiz tüm sorunlarını çözmüş olurdu” gibi konuşmaları, ülkemiz nüfusunun uzunca süredir çare bekleyen çok büyük emekçi-emekli kesimleri başta olmak üzere toplumumuzun neredeyse tamamı için pek bir şey ifade etmiyor.
Yani havalarda uçuşan bu sözler, çözüme giden yolun başlangıcı anlamında bir ‘kabûl’ özelliği taşımıyor.
Ötesi, “iş insanları”nın yakınmalarına verilen tepkiler bile, iktidar sahiplerinin niyetinin ‘çare bulmak’ değil ‘korku salmak’ olduğunu gösteriyor.
Emekçilerin, emeklilerin, emeklilikte yaşa takılanların, esnafın, çiftçinin yıllarcadır derdine derman bulamadığı ve dolayısıyla çığ gibi büyüyen sorunlar yumağının altında ezildiği ortada.
Tartışmasız böyle bu. Dolayısıyla durumumuz her bakımdan çok kötü. Tek çıkış yolu olan ‘seçim’ ise, iktidar sahiplerinin ‘siyaseten yaşadıkları çaresizlik’ yüzünden, kendileri için ‘en avantajlı olabilecek koşulları bir türlü sağlayamadıkları’ için olabildiğince geciktirilmeye çalışılıyor. Ve ufukta, ‘iktidar için avantajlı seçim koşulları’nın oluşturulabilmesi de mümkün görünmüyor.
Bu döngü nasıl kırılabilir? Bu olumsuz tablonun içinden nasıl çıkılabilir?
Bu soruları, en az iktidar karşıtları kadar iktidar sahipleri de soruyorlar kendilerine. Elbette 20 yıllık iktidar yolculuğunun sonunda varılan yerden hareketle, vatandaşın içine düşürüldüğü durumdan kurtulabilmesini temin bakımından değil, sadece ve sadece ‘AKP’nin bir kez daha ‘AK’lanması anlamında, iktidarlarını her ne pahasına olursa olsun sürdürebilmek bakımından …
“Daha ne yapalım …”
Sıkıntılarımızın, endişelerimizin gün geçtikçe büyüdüğü koşullarda, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank, geçen hafta sonu ilçemize gelip Milas Organize Sanayi Bölgesi’nde incelemelerde bulunmuştu. Yunus Erman Doğruyol’un ÖNDER’deki haberinden edindiğimiz bilgiye göre, Milas OSB Müdürü Haluk Onaran’ın Bakan Varank’ı bilgilendirme konuşmasında, bazı yatırımcı şirketlerin başvurularını değerlendiren OSB Yönetim Kurulu’nun 1 Nisan – 30 Haziran 2022 tarihleri arasında yapı ruhsatlarının alınıp inşaatlara başlanması şartının yerine getirilemeyeceği kanaatiyle süreyi 1 yıl uzattığı bilgisi de yer aldı.
Bu, çok açık bir ‘ekonomik durum göstergesi’ değil mi? Yatırımcılar böyle bir süre uzatılması talebini durduk yerde üretmiyor, yani uydurmuş değiller ki! Böylesi bir durumun ‘keyfî’ olması mümkün olabilir mi!?
Ama Sayın Bakan, bu bilgilendirme sırasında, kredilendirme ve desteklemeler konusunda sorular sorup yanıtlarını aldıktan sonra şöyle diyor: “Büyük desteklemelerle OSB’ler yapılıyor, sanayici de halâ ağlıyor!”
Sevgili vatandaşlarımızın yıllarcadır gördüğü muamele bu maalesef … İktidardakilerin zaman zaman vatandaşımızın “nankör” olduğundan “şükürsüzlük” yaptığından bahisle sergiledikleri ‘gözünüzü toprak doyursun’ muamelesinden söz ediyorum …
Bu konudaki son örneklerden biri: Sayın Tarım Bakanı, CHP’nin Çiftçi Buluşması’nda durumlarından yakınıp geçinemediklerini, hatta battıklarını söyleyen İzmirli kadın çiftçilere isim isim ne kadar destek verildiğini açıklamış. O da: “Daha ne yapalım, destek veriyoruz ama halâ ağlıyorlar” demek istemiş.
Oysa halimiz malûm. Kapitalizmin çarkları arasında ezile sömürüle ömür tüketiyoruz.
Ekonomik verilere bakarsanız: Büyüyoruz ama alım gücümüz küçüldükçe küçülüyor. Bu da, zaten hiç dengesini yeterince tutturamadığımız beslenme ayarlarımızı iyice bozuyor. İktidar sahipleri abarttıldığını iddia ediyor olsa da toplum olarak karnımızı bile doyurmaktan aciz hallere savrulmaktayız … Bu konu da tartışmalı biliyorsunuz. Kimi iktidar sözcüleri ve destekçilerinin ‘karnın doldurulması’ seviyesine inerek tartıştırmaya çalıştıkları bu konuya girmeyeceğim … Her geçen gün alım gücünü kaybede kaybede harcamalarını kısmak zorunda bırakılan vatandaşlarımızın yaşam kalitelerindeki paldır küldür düşüşü uzun uzun anlatmaya gerek yok. Bu konuyu da algılama becerilerinize ve politik niyetlerinize havale edip geçiyorum …
Ağlanacak hallerimiz!
“Güleriz ağlanacak halimize” diye özetlediğimiz bize özgü bir hoş halimiz vardır. Üzerinde çok derinlemesine düşünmeksizin denilebilir ki: Ağlanacak hallerimizin hepsine ağlamak yerine bazılarına gülmek ruh sağlığımıza iyi gelebilir. Bir tür ‘depresyon savıcı’ olarak tavsiye bile edilebilir.
‘Ağlanacak hallerimize ağlamak’sa herhangi bir açıklama çabasını, herhangi bir derinlik araştırmasını gerektirmez. Başa gelendir, çekilir. Şaşırtıcı değil beklenendir.
Vatandaşın, ‘nankörlük’ ya da ‘şükürsüzlük’ten değil gerçekten ‘ağlanacak halde olmak’tan ötürü ağladığını kabul edin artık. Bu, elbette sizin için ‘oy kaybettirecek kötü puan’dır ama vatandaşlarınızın huzur ve refahı için bunu yapabilmelisiniz …
Dikkatinizi çekmek isterim: Tarafınızdan düşürülmüş olduğu hallerine artık gülemeyip ağlayan vatandaş, çok fazla bir şey değil, öncelikle, kendisine yaşattığınız sorunların varlığını kabul etmenizi bekliyor ve geriye de, sorunlarımızın çözümüne doğru umutlandırıcı bir ‘büyük adım’ olarak seçim sandığının bir an önce önümüze gelmesi kalıyor. Hayırlısı bakalım …
‘Sansür Yasasına Hayır!’
Haber vermenin ve dolayısıyla haber almanın önüne yüksek bir sansür duvarı örülmek üzere … Topyekûn bir ‘susturma girişimi’ ile karşı karşıyayız. “Basın Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı”, TBMM Adalet Komisyonu’ndan geçti, Meclis genel kurulunun gündemine ulaştı.
Komisyon sürecinde muhalefet milletvekillerinin yanı sıra komisyona ‘bilirkişi’ olarak davet edilen Yargıtay 8. Ceza Dairesi Üyesi İhsan Baştürk’ün de, teklifin 29’uncu maddesine ‘karşı’ çıkması, yasanın oluşturacağı çok büyük sorunların açık göstergesidir.
Baştürk, komisyonun AKP-MHP kanadınca, “Suç felsefesi yaptı” ve “Afaki boş değerlendirme” olarak nitelendirilen 29’uncu madde değerlendirmesinde, “Ülkenin iç ve dış güvenliği’ kavramı, ‘kamu barışını bozma’ kavramı… Bunların içeriğinin belirlenmesinin yargı erki tarafından uygulanmasında önemli tartışmalar çıkabileceğini tahmin etmek hiç de güç değildir. ‘Ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı’ ile ilgili bilginin ne olduğunun belirlenmesi oldukça güçlük arz edecektir. Akabinde bu bilginin ne olduğu belirlense bile ‘kamu barışını bozmaya elverişli şekilde yayılması’ unsurunun belirlenmesi de ayrı bir güçlük olarak karşımıza çıkmaktadır. Diğer taraftan teklif metninde yer alan ‘alenen yayma’ ifadesinin ne olduğunun belirlenmesi, uygulamada güçlük doğurabilecek nitelikte gözüküyor” sözleriyle, yasanın uygulanmasında ortaya çıkacak büyük sorunlara dikkat çekmiş oldu.
Mesleğin içinden bakıldığında ise, iktidarın atmaya çalıştığı bütün bu adımların ‘doğrudan sansür niyeti’ açık.
Sözü çokça uzatmaksızın, Basın Konseyi Başkanı Pınar Türenç’in, 21 Haziran Salı günü CHP grup toplantısında yaptığı konuşmadan kısa bir aktarmayla sürdürüyorum:
“Gazetecilerden korkmayın!”
“Yalan ve yanıltıcı haberin önlenmesinin hedeflendiği bu çalışmayla aslında halkın sesi kesilecek. ‘Basın yasası’ deniliyor, ancak hepinizin sesi bu yasanın içinde boğulacak. Halkın gerçeğe ulaşması engellenecek bu yasayla. En büyük endişemiz ve korkumuz, masummuş gibi sunulan yasa tasarısı ile iktidara karşı eleştirel haber yayınında yasaklamalar, gözaltılar, tutuklamalarla karşı karşıya kalacağız. Sadece gazeteciler değil; biz alışığız Silivri’de yatmaya; ama sizlerin de üstünde bu kılıç sallanacak.
Biliyoruz ki muhalefetin karşı önergeleri komisyonlarda kabul edilmedi. Komisyonlarda gelişmeleri izleyen basın örgütlerinin ikazlarına da hiç yer verilmedi. Eğer bu şekliyle sansür yasası Meclis’ten çıkarılırsa; dün akşam öğrendik, Cumhurbaşkanının maaşının 141 bin liraya yükseltileceğini acaba yazabilecek miyiz?
Aynı haberin içine sizlerin 4 bin 253 liralık asgari ücretini de acaba ekleyebilecek miyiz? Bunlar suç mu sayılacak bilmiyoruz. Bilmiyoruz, neyin suç olduğunu. Son derece muğlak bir durumla karşı karşıyayız. Doğa katliamını, kadın ölümlerini; bunların artışını acaba gazeteciler yazdığı zaman 3 yıla kadar tutsak olacaklar mı, bilmiyoruz.
Baskının, korkutmanın daha da büyüyeceğini beklemek bugünkü Türkiye’de, bu koşullarda kehanet değil. Zaten on yıllardır basın, dayanılmaz bir baskı altında. Çok sayıda gazeteci tutuklandı, 12 bin gazeteci işsiz kaldı. Çok sayıda evin direği yıkıldı. Can verdi hepsi bu uğurda. Bundan sonra bizi neyin beklediğini, bilmiyoruz. Hapis, alıştık. Bu yasa ile demokrasinin, basın özgürlüğünün, kişilik haklarının temelleri güçlendirilecekmiş. Biz de diyoruz ki bu yasayla halkın haber alma hakkı gasp edilecek. Sizin gerçeğe ulaşma hakkınız, anayasal hakkınız gasp edilecek.
Ve diyoruz ki gazetecilerden korkmayın. Gazetecileri 3 yıla kadar hapisle sınamayın, yeniden. Zaten medyanın yüzde 95’i elinizde, o yüzde 5’ten korkmayın. Kontrole almayın yüzde 5’i, bu yasaymış gibi çabalarla. Bırakın basın, anayasal güvencesi altında kalsın. Gelin yanlıştan dönelim. Yapılacaksa seçimden sonra hep beraber oturup öncelikle basın kurumlarının desteği alınarak yeni yasa hazırlansın, düzenleme yapılsın ve eğitici kanallarla halkı, internet dünyasını eğitelim. Dünyada bu böyle yapılmakta.
Yasama, yürütme, yargıdan sonraki dördüncü gücün üzerindeki, yani basının üzerindeki eller çekilsin. Eleştirel habere ceza vermekten vazgeçilsin. Tam aksine bu vahim düzenlemelerin özgür düşünceye indirilen darbe olduğunu lütfen unutmayın. Bu korku ikliminin, oto sansürü büyüteceğini yani kendi kendinizi sansürleyeceğinizi unutmayın. Özgür olamayacaksınız. Ama şunu da söylemek istiyorum: Korkunun ecele faydası yok. Tarihin sayfaları içinde basını cendereye sokanların akıbetini hepiniz gayet iyi biliyorsunuz.”
İki temenni …
Sadece gazetecileri değil, sosyal medyayı kullanan tüm yurttaşları doğrudan ilgilendiren, özgürlükleri tehdit eden bu sansür yasası, yeni düşünce suçları yaratacağı, haberleşme ve bilgilenme özgürlüğünü sınırlandıracağı için geri çekilmeli, bu konudaki yeni yasa düzenlemesi gazetecilik meslek örgütlerinin de katılımıyla yapılmalıdır.