BAKTIKÇA – soru/yorum – A. Kemal KAŞKAR
İnsan bazı bazı kendini dinlemek ister. Daracık bir köşe yeter bunun için ve buna da ‘köşeye çekilmek’ denir. Elbette marifet, ‘çekilmek’ ile ‘çekip gitmek’ arasındaki ayarları bozmadan yapabilmektedir bunu … O köşeden bakarsınız bir süre, belki uzunca bir süre ve neler neler anımsar insan o sıralar.
Bu güzellemeyi, ‘yer değiştirme’nin yaratacağı ‘ferahlık duygusu’nu asla bir kenara bırakmadan yapıyorum. Yaşamanın her yeri güzelleştirilebilir bu anlamda. Kimlerle, nerelerde diye bir sınırlama, daralma yapılmaksızın, yüreklerinizin içi ferah ferah gözlerinizle çizebildiğiniz ufuklar geniş geniş olmalıdır, kalmalıdır …
İşte çizmeye çalıştığım böyle böyle tablolar içinde bir zaman gelir birileri geliverip sizi oracıkta buluversin de istenir … Dünyanın en güzel şeyidir, kaybolmadığınızı bile bile birdenbire bulunmak duygusu yaşamak. Bir telefon da olabilir. Dünya üzerinde olduğunuzu hissettirir. Elbette daha güzeli ‘buluşmak’tır. İmkansız buluşmalar da dahildir buna. İnsan ne yapar eder buluşabilir. Bir tür rüya … Başarılabilir bu … Herhangi bir sınavdan başarıyla çıkmak gerilerde kalır onun yanında. Şaşkınlık yaratacak derecede gurur da verir. Kısacası iyi gelir, güzeldir, hem de çok …
Ama buluşulacak yer önemlidir. Hele de ‘imkansız buluşmalar’ için, belki de tek koşuldur: Neresi?
‘Tam burası’ denilebilmelidir … Hem uçsuz bucaksız hem tutabilene aşk olsun denilecek kadar kımıltılı, dalgalı olabilmelidir örneğin … Allak bullak edebilmelidir insanı, baktıkça. Alıp götürebilmelidir, coşturabilmelidir.
Bu bakımdan en iyi yerlerden biridir ‘Deniz’.
Bilirsiniz, deniz varsa ille de ‘dalgalar’ vardır. Dalgasız deniz, anca’ dalgalı zamanların arasındaki ‘durulma’ anlarıyla sınırlıdır. Yani aslolan, dalgalarıdır denizin. Gerisi sizin gözlerinize kalmıştır. Ne kadar gidebilirseniz o kadardır deniz. Göze alabildiğiniz kadar göz alabildiğine okyanus, ne denli dalarsanız dalın asla varılamayacak kadar derin …
İstediğiniz kalabalıklarsa kalabalıktır deniz. İsterseniz sizi bir başınıza da bırakır, kafa dinlersiniz. Rüzgarların önünde dalga dalga koşmaksa niyetiniz, en iyisini yine onunla yapabilirsiniz. İsterseniz yükselebilirsiniz de … Elinizden kurtulup kaçan bir uçurtma olabilirsiniz kendi kendinize. Gökyüzünde kaybolabilirsiniz: Rüya. İsterseniz “Dalgaları karşılayan gemiler gibi / Gövdelerimizle karanlıkları yara yara … / Rüzgarları en serin Uçurumları en derin / Havaları en ışıklı sıra dağlara …” çıkabilirsiniz.
Herkes oralarda bir yerlerdedir sanki ve seslenseniz buluşabilirsiniz, istediğiniz her kim ya da kimlerse, tam orada.
…
Geçende, Sevgili Annemin, Urla Gülbahçe’de adeta büyülenmiş gibi denize bakıp kaldığı o a’nı anımsadım. Tam o noktadaydım ve denize baktım durdum. Annemi bulmaktı belki bakıp duruşum. Annemle ve babamla şarkılar söylediğimiz o kıyıda. Zamanlardan bir zamanda … Seslerine benzetmeye çalıştım sesimi, içine denizin sesi karışınca biraz biraz oldu sanki … Şarkıların aynı olması da yardımcı oldu bana, dalgalandım, ilerledim. Bir ara geri dönüp baktım ki bir hayli uzaklaşmışım kıyıdan. İçimde hiç derinlik korkusu olmadığını farkettim o an: Açıldım … Birden, Sevgili Alparslan Berktay ile ‘Giritlilik’ üzerine yaptığım söyleşide bana ‘Mini Tete’si ile ilgili olarak anlattığı birkaç anısı geldi kıyıdan yanıma, yardımcı olarak:
“Biz ‘tete’ derdik teyzelerimize. Küçük teyzeme de ‘mini tete’ diye seslenirdik. Mini Tetem, ne zaman bir deniz kıyısına gelse, örneğin İzmir’de Kordon’a gittiğimizde kıyıda öylece durur, dakikalarca denize bakardı … Bir keresinde ‘Nereye bakıyorsun mini tete’ diye sormuştum. ‘Şu denizin güzelliğine bak’ diye cevaplamıştı sorumu hiç bekletmeden. Aynı Tetem, zaman zaman denize bakar gibi bakar dalardı evimizin bahçesinde de … Nereye baktığını sorduğum bir keresinde bana ‘Şu taze fasülyelerin güzelliğine bak’ demişti …”
…
‘Mini Tete’nin baktığı her deniz Girit’in üzerinde yüzdüğü denizdi, baktığı her bahçe ise Girit’teki bahçe, tartışmasız böyle bu, eminim. Annemle babamla da konuşurduk ailemizin de başına gelen ve ‘mübadele’ denilen dalgalı dönemlerin o neslin ruhunda ulaşılması zor yaralanmalar oluşturduğunu … Biz, çocukluk halimizle bunun bütün yansımalarını bilemezdik, çok az anlayabilirdik onları belki ama, öyle duruşları vardı ki, ‘işte’ dedirtiyordu insana, mübadillik yarası tam da böyle bir şey: Yaşama başladığın yerde yaşlanamamak, oralarda olamamak, hatta ölememek …
Annemin halası olan ‘Sakize Hala’, ailemizin Girit’te doğan en son temsilcisi olarak önceki yıl aramızdan ayrıldı … Üç aylıkken gelmiş Anadolu’ya … Bunu, en az veda hüznü kadar büyük bir hüzünle konuşmuştuk cenazesinde … Üzerinde Girit kokusuyla uğurladık onu … Girit kokusu bu, bizim de üzerimize bir güzel sindi elbet … Gözlerimiz oralara dönük, bunu giderek daha çok görüyorum … Herkeste, her yerde … Bu şartlarda, bakılabilecek en doğru yer deniz ve en doğru sözlerimizden biri: ‘Denizler durulmaz dalgalanmadan’ diye düşünüyorum …
Bu sözü tuta tuta, böyle böyle sözlerimize tutunarak bakıyoruz, bakmalıyız denizlere, deniz olmalıyız hepimiz, eninde sonunda. Melih Cevdet Anday’ın “Teknenin Ölümü” şiirindeki “Ölünce ne yapsak sabah oluruz” dizesiyle yaklaşalım kıyıya usulca ve 1980’li yılların ikinci yarısında, içimizde büyük insanlık özlemlerini büyüttüğümüz yıllarda yazdığım şu dize bence iyi bir son söz olacak tam da burada:
“Dalgalarının ucunu döke döke gel, bul beni …”
Lise arkadaşım,dostum mahalle arkadaşım.Çok gùzel yazmışsın sabah sabah uyanınca okudum.İyimisin inşallah gelirsem bulacağım seni.Erbile de gònderdim kendine iyi bak