BAKTIKÇA … – soru/yorum – A. Kemal KAŞKAR
Hep gözlerimin önündeler. Adeta zamanın dışındalar, ‘mumyalanmışlar’ sanki …
Onlara ‘anı’ diyebilirdim elbette ama ‘anı’nın anlamı yetmeyebilir diye korkumdan ‘yaşanmışlık’ demeyi tercih ettim. Bir başka korkum da: O yaşanmışlıkları unutursam geriye ben kalmayacakmışım gibi gelmesidir bana. O nedenle, zaman zaman ‘yazamadan edemediklerim’ vurgusuyla not etmeye çalışıyorum yaşadıklarımın bana yazdırdıklarını. Sonra sonra uğranacak birçok aralık kapım olsun, kalsın diye …
Zaman zaman açıp giriyorum içerilere, hepsi de kendi kapım nasılsa, kapı çalmak yok, kapı önünde kalma (“ya evde yok(lar)sa”) endişesi yok, nasıl karşılanacağım derdi yok …
Sadece merak var, kocaman bir merak: Neler yazmışım?
Neler neler; birlikte okuyalım bakalım ** …
…
Kendimi hiç bu kadar yüklü yaşamamış gibiyim. Gözlerime kadar …
Ne zamandan beri böyle bu?
Veda etmek neden bu kadar kolaylaşmış?
…
Birileri vedalaşırken bir yerlerde, başka birilerinin -örneğin- resim yapıyor olması ne hoş.
Yaşanmışın üzerine gidilemiyor ki!
Bilmek, bilmemek, öğrenmek, duymak, kuşku falan önemsiz … ‘Yaşlanmak’ın hızını ölçmek ne çare? Olacağına, öleceğine varmak belki en çok olan, ölen yaşamda …
Olanlara baksanıza. Yürüyüşler örneğin.
Yürüyüş, rüzgarın ne yönden estiğiyle ilgilenir mi? Sizin yönünüzdür çünkü aslolan. Rüzgar hangi yönden eserse o yöne savrulan, uçuşan yapraklarsa ‘dallara veda’ etmişliğin hüznü ya da belirsizliğin, huzursuzluğun, çaresizliğin özeti olabilir elbette ama aynı zamanda sonbaharın da mutluluk resmi değil midir …
Ben bunların hepsine birden “üşümek” denmesini öneriyorum. ‘Kötü’ bir şey söylemiş olmak değil bu, aksine …
Düşünün, üşenmeyin düşünün. Üşenmeyin “üşüyün”.
Bırakın evde sürahinin içindeki su ılık kalsın varsın. “Soğuk” iyidir. “Soğuk” hep düşündürücü olmuştur, hep.
Derleyip toparlayıcı bir “soğuk” dondurucu da olabilir elbette. Risk vardır hep. Bu bir gerçek.
Ama benim önerim: ‘Ilık reddedilmeli’ olacak; üzgünüm.
‘Ilık reddedilmeli’. Düşünün bunu.
Örneğin: Ayaklarınıza üşüşen adımlarınızı atıp uykusuz kalın birkaç gün. Ayaklarınızın üşümesiyle, gözkapaklarınızın ağırlığıyla ilgilenmeden, gidebildiğiniz yere kadar.
Geçen zamana hayret edip durmadan ve ‘boş’ sohbetler yapmaktan vazgeçip uykusuz kalın! Bakın bakalım ne kadar üşüyebiliyorsunuz? Bakın bakalım ne kadar üzülebiliyorsunuz renkli televizyonların başına üşüşen kalabalıkların doldurduğu odalardaki yoksul hallere?
“Bu da nereden çıktı gecenin bu saatinde” diye kapatmayın yüzünüzü. Normalinizin dizinin dibinden ayrılmak için hiçbir an geç değil. (‘Geç zaman’ yok çünkü, olsa olsa ‘geçmiş’ olur zaman. Oldu olacak, hiç olmazsa bomboş geçmemiş olsun diye yazıyorum bütün bunları …) Veda edin normalinize. Elbette çok kolay olmayacağını bilerek, ama bile isteye veda edin. Olabilir mi, yapabilir misiniz?
Beni sorarsanız: “Üşümek” olmadan yaşamam mümkün olamadı bugüne dek.
…
Birileri vedalaşırken bir yerlerde, başka birilerinin -örneğin- resim yapıyor olması ne hoş.
O resimlere bakın: Ne renkler kullanılmış? Bakın. Daha yakından bakın. İçinden bakın hatta. Başarabilirsiniz bunu da. Renklerde de soğuklar ve sıcaklar var ille de. Hangisi önde, var mı bir önemi? Bir resme nasıl ve nereden bakılacağını bilmek önemli. Resim önemli. Sizin nerede durduğunuz da …
Neden burası?
Bu soru, evde ya da sokakta aynı sorudur, fark etmez. Soğuktur ya da sıcaktır, aynısı.
Evlerin pencerelerinden yağmuru izlemek ya da yağmurla birlikte sokaklarda yürümek, her ikisinden de mutluluk duyabiliyorsanız ‘buldunuz’ demektir. İşte tam burası ‘püf noktası’.
Romanlar, şiirler, öyküler, resimler, heykeller, filmler, tiyatro oyunları, baleler, yani tümden sanatlar bile isteye “üşümek” değil midir sanatçılar için … Peki ya okuyan, bakan, izleyenler için de “üşütücü” değil midir?
“Üşümek” istemek değil midir bu?
Hadi biraz daha deniz seviyesine yaklaştırmış olayım: Ürpermek isteği değil midir bütün bunlar?
Elbette ‘sıcak’ da var, terlemek, bunalmak da … Siz nasıl isterseniz öyle.
…
Ben bu romanda olmak istemezdim diyebilirsiniz. Bazı öykü ya da şiirlerde de olmak istemeyebilirsiniz. Ama ille de bir yerlerdesiniz, kaçınılmaz. Farkındasınız ya da değilsiniz, böyle bu. Şaşırmayasınız diye yazıyorum bütün bunları. İlan edilmiş ya da edilmemiş şekilde, ille de bir yerlerde, bir şeylerin içinde, iyi kötü!
Bir küçücük not daha: Korkularınızla ilgili bir şey değil bu.
İnsanın, korkularının gereğine uygun yaşayabilmesinin bile mümkün olamadığı bir dünyamız var ne yazık ki. Bunu kim ister!
Ben de herkesler gibi yaşamak istiyorum. ‘İnsan olmak’ neymiş ona olabildiğince yaklaşabilmek, ona olabildiğince yakın olmak ve mümkünse oralarda bir yerlerde ölmek istiyorum.
Cesaretten ya da kahramanlıklardan falan bahsetmiyorum. Aksine, korkularımızla yorulmayacağımız bir dünya olsun dünyamız.
Üşümekten mutsuz olmayacağımız bir dünya …
Hepsi bu.
* Burada ‘üşümek’i; ‘soğuktan kaynaklanan bir durum’ anlamında değil, okuyanlarda yaratacağı çağrışımlar, bulacağı karşılıklar olarak yan/yankı anlamlarla çizilebilecek eksende kullanıyorum. Yoksa elbette ‘yüksek enflasyon ve büyük yoksulluk koşulları’nda bu kışın zor geçeceği ve ülkecek ısınma güçlüğü yaşayacağımız kesin! Dolayısıyla bu anlamda bir ‘soğuktan üşümeyi istemek durumu’ değildir kastedilen … Doğalgaz, kömür ve odun fiyatları ile yorgun düştüğümüz yerlerde yaşanabilecek algılama kazalarına karşı tedbiren not etme gereği duydum, saygılarımla …
** ‘Geçen Yüzyıl Günlüklerim’den derlenmiş, bazı yerlerinde güncellemeler de yapılmıştır … (21 Aralık 1989 Perşembe, Saat 23:24)
Dayanışmayla …
Halk TV’ye verilen RTÜK cezalarına karşı birkaç cümle kurmasam olmaz.
Bu cezaların, halkın haber alma hakkını ve ifade özgürlüğünü yok edici boyutunun yanı sıra sevgili ülkemin muhalefetsizleştirilmek istenmesi ve bunun da hızla ‘amaç’ değil ‘araç’ olarak, yani “bir tramvay olarak demokrasi”den inilecek durağa yaklaşmakta olduğumuz manası taşıdığı yönünde endişelerimi üzülerek not etmek istiyorum. Dayanışmayla …