Ferhan ŞENSOY / Deneme / Ortaoyuncular Yayınları / Basım 1988 / 153 sayfa
Ayşegül Şenay KAŞKAR
Aramızdan ayrılışının birinci yılında Sevgili Ferhan Şensoy’a saygı ve sevgi duruşu olsun diye …
Ferhan Şensoy
(1951 – 2021)
Ferhan Şensoy Türk tiyatro, sinema ve televizyon oyuncusu; roman, deneme, günlük, televizyon dizisi ve film senaryoları yazarı, şair ve Ortaoyuncular tiyatro topluluğunun kurucusudur.
26 Şubat 1951 tarihinde Samsun’un Çarşamba ilçesinde doğdu. Samsun Gazi Osmanpaşa İlkokulu’nu bitirdi, Çarşamba ve Galatasaray liselerinde ortaöğrenimini tamamlamadı (1970). Yükseköğrenimine Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Mimarlık bölümünde başladı. Bitirmeden Fransa’ya gitti. Strazbourg’da Ecole Superieure d’Art Dramatique’te tiyatro öğrenimi gördü, 1975’te Türkiye’ye döndü.
TRT ve birçok televizyon kanalına skeçler, diziler yazdı, yönetti. İlk profesyonel oyunculuğa 1971’de Ayfer Feray Tiyatrosu’nda Grup Oyuncuları’yla başladı. Ali Poyrazoğlu Tiyatrosu, Nisa Serezli-Tolga Aşkıner Tiyatrosu gibi topluluklarda çalıştı.
Kurduğu Ortaoyuncular, 14 Mart 1980’de Harbiye’de, Yapı Endüstri Merkezi Salonu’nda perdelerini açtı. 10 Kasım 1990’da Küçük Sahne’ye taşındı. 1989’da da “Ses 1885”e geçti.
Şensoy, 1982’de Ortaoyuncular Yayınları’yla yayıncılığa başladı. Tek kişilik oyunu Ferhangi Şeyler, 7 Mart 1987’den beri aralıksız devam eden en tanınmış oyunudur. Birçok kesim tarafından Ferhangi Şeyler’in stand-up komedilerinin ilham kaynağı olduğu düşünülse de, kendisi bu konuda, “Ferhangi Şeyler’den etkilenmiş olabilirler ama Ferhangi Şeyler bir stand up değildir” demiştir.
Her oyununa emeği geçenlere, zaman gözetmeksizin oyun gelirlerinden pay vererek mali olarak da Türk Tiyatrosu’nda kendine özgü bir yer edinmiştir.
Oyuncu Derya Baykal’la (1988-2004) evliliğinden, 2001’de sahneye çıkan Müjgan Ferhan Şensoy’la (1989) Neriman Derya Şensoy adlı iki kızı oyunlarında rol aldı.
Yazılarını sonraki yıllarda Cumhuriyet’in mizah eki Dinozor’da ve karikatür ve mizah dergisi Öküz’de yayımladı. Kitaplık dergisinde denemeler yazdı.
Orta Oyunu’nun en büyük ustalarından ve kavuk geleneğini başlatan Kel Hasan Efendi’den İsmail Hakkı Dümbüllü’ye ve ondan Münir Özkul’a geçen kavuğu Münir Özkul’dan devraldı (1989) ve “Kavuklu” oldu. 2016 yılında kavuğunu Rasim Öztekin’e devretti …
2000’li yıllarda pek çok Avrupa ülkesinde oyunlarını sahneledi. Bunlardan “Ferhangi Şeyler” yurtiçindeki gösterimlerle 2 bin gösterime, “Felek Bir Gün Salakken” bin gösterime yaklaştı. Son yapıtlarından “Kalemimin Sapını Gülle Donattım” (2001) adlı romanında yaşamını anlattı. Profesyonel oyuncu olarak 2021’de 50. sanat yılını doldurdu. Bu süreçte oyuncu, yönetmen, yazar olarak pek çok önemli ödül aldı.
2021 Haziran ayında anjiyo geçiren, ardından da anjiyoya bağlı olarak gelişen komplikasyonlar nedeniyle tedavi görmeye başlayan usta sanatçı, tüm müdahalelere rağmen 31 Ağustos 2021 tarihinde, 70 yaşında vefat etmiştir.
Kitapları
Ferdeste, Derdeste, Dündeste, Gecedeste, Kedittin Direniş, Başkaldıran KurşuNkalem, FerhAntoloji, Seçme Sapan Şeyler, Karagöz ile Boşverin Beni, Elveda SSK, Hacı Komünist, Eşeğin Fikri, Rum Memet, Kalemimin Sapını Gülle Donattım, Haldun Taner Kabare, Denememeler, Falınızda Ronesans Var, Düşbükü, Oteller Kitabı, Ayna Merdiven, İngilizce Bilmeden Hepinizi I Love You, Güle Güle Godot, Kahraman Bakkal Süpermarkete Karşı, Gündeste, Afitap’ın Kocası İstanbul, Şahları da Vururlar, Kazancı Yokuşu.
Ve Düşbükü’nden kısacık bir öyküyle buluşturuyoruz sizleri:
“Saçlarının arkası dik duran çocuk”
Güneşli bir kış günü çıktı limandan gemi, liman oralı değil. Paslı vinçler yorgunlar, hamalların bıyıkları hem yosun kokuyor hem de ucuz tütün, gemi almış demirini gidiyor, hamallar cıgara molasında. Her giden geminin ardından ne gemiyi ne gidişini hiç düşünmeden boş boş bakar hamallar. Çünkü artık gemi yüklenmiş, yövmiye alınmıştır. Satılan emek geri alınmaz, ter olur akar, kürek kemikleri arasından. Yalnızca gelen gemiler ilgilendirir hamalları.
Mendirekten mendirek boyu uzaklaştı, dümen kırdı, yoluna koyuldu gemi. Bütün ve koskoca kent gördü bunu kentsoylu gözleriyle. Önce gözler ufaldı, sonra hamallar, sonra hamalların cıgarasının dumanı, sonra kent ufaldı, dağlar ufaldı, en sonra kentsoyluluk, denizin karaya çalan mavisinde beyaz köpükler üretimine geçti yalnız gemi.
Kimi alışkın balıklar, öğrettiler kimi yeni yetme balıklara, denizi bıçak gibi kesen şeyin insanlar taşıyan bir gemi olduğunu, geminin çok uzaktan duyulan gürültüsünü, pervanesini, ürettiği dalganın boyunu, her geminin belirli bir hızı olduğunu ve de geminin ardında mutlaka yiyecek bir şeyler bıraktığını. Gemiden atılan artıkların su yüzünde kalanlarına martılar üşüştü, dibe çökenlere balıklar yumuldu. Kimi ortada kalan ekmek kırıntıları yüzünden balıklarla martılar didiştiler. Didişme çatışmaya dönüştü, kimi hunhar martılar kimi tıfıl balıkları yuttular, gemi uzakta nokta ve duman oldu, yeniden duruldu denizin yüzü. Kimi görgülü balıklar kimi görgüsüz balıklara, bir ekmek kırıntısı yüzünden martılarla didişmemek gerektiğini atasözlediler, bu gemiden de bir ders aldı denizin dibi.
Obur martılar geminin peşine koyuldular. Gemiden hızlı gidiyorlar, kuşbeyinlilikten başka bir şey değil yükleri, geminin yükü ağır. Martılar gemiyi yakaladılar ve her nedense bacasının üstünde süzülmeye koyuldular.
Güverte bomboş. Yel üfürüyor. Yelle arkadaş saçlarının arkası dik duran çocuk, güvertede piyanoyu dövüyor hiç bilmeyerek çalmasını, gene de müzikimsi bir şey var ortada. Piyanonun tuşlarında kedi gezinince de oluyor ya. Nağmeler var en azından, gemi sesli, deniz sesli, az diyezli az bemollü. Martılar şaşkınlıkla dinliyorlar bu nağmeleri, giderek martıların da karışıyor kafaları. Elin piyanosuna güvertede meydan dayağı opus pokus…
Kalkıyor piyanodan saçlarının arkası dik duran çocuk, başlıyor güverteyi yürümeye, tuzlu tahtalardır yürü yürü bitmez, çünkü çocuğun adımları küçük. Küçük de olsa adım adımdır, gün boyu yürümez ya bu çocuk bu güverteyi. Üstelik bir Yaşar Kemal romanında değil, çok küçük bir öyküde rastlantısal bulunmaktadır çocuk. Saçlarının arkası dik, ulaşır kaptan köşküne çıkan merdivene. Ağır ağır çıkar merdivenleri. “Girilmez” yazan zincire ulaşır. Altından geçer, girer kaptan köşküne.
-Nereye gidiyoruz kaptan amca?
-Şu ilerdeki dağları görüyor musun?
-Hı hı!
-İşte o dağların bitimindeki limana gidiyoruz, Nemlikent’e.
-Çok mu nemli Nemlikent?
-Az buz nemli değildir. Bir o kadar eski, bir o kadar da tarih, bir başka kadar yalnız, hem biraz da anlamsızlık.
-E, niye oraya gidiyoruz o zaman?
-Nereye gidelim yavrum?
-Şu tarafa gidelim kaptan amca!
-O tarafa gidilmez yavrucuğum, uçsuz bucaksız denizdir orası.
-Sen hiç gittin mi o tarafa?
-Hayır.
-Gördün mü bak, bilmiyorsun… Bilmiyorsun konuşuyorsun! N’olur o tarafa gidelim kaptan amca!
Kaptan bir an duralar. TRT denetiminden geçmiş, aileler tarafından seyredilebilir öğretici bir dizi film kahramanı olmadığını düşünür. Birden kırar dümeni. Çocuğun gösterdiği rotaya girer gemi.
Çocuk ellerini birbirine vurarak sevinç çığlıkları atar.
Gemi karışır. İş güç sahibi aklıbaşında adamlar güverteye çıkarlar. Niye rotası değişti geminin? Ne oluyoruz? Nemlikent’e gitmiyor mu bu gemi?
-Hayır!
diye yanıtlar onları saçlarının arkası dik duran çocuk. Yolcuları genel bir endişe kaplar.
-Nereye gidiyoruz kaptan?
Bir kahkahayla yanıt verir yolculara, saçlarının arkası dik duran kaptan:
-Bilmiyorum!
(Sayfa 66-69)