BAKTIKÇA … – soru/yorum – A. Kemal KAŞKAR
Bu hafta sonu Milas’ta Zeytin Hasat Şenliği’nin 8’incisi yapılacak. Başta zeytin-zeytinyağı üreticilerimiz olmak üzere sektörün tüm bileşenlerini selamlıyor, bu yıl Milas Belediyesi’nin omuzladığı bu özel etkinliğin ilçemize yakışır şekilde gerçekleşmesini sağlayan başta Belediye yönetimi ve çalışanlarına ve şenliğe destek veren meslek ve sivil toplum örgütlerine teşekkür ediyorum …
‘Zeytinlerimiz, ormanlarımız, kıyılarımız, havamız, topraklarımız tehdit altında!’
Zeytin, bölgemizin başta gelen zenginliklerinden. Hatta en başta geleni! Ama ne yazık ki ‘zeytin’ denince aklıma; Akbelen ormanı için yaklaşık 500 gündür nöbet tutmak zorunda kalan sevgili hemşehrilerimin “Vay başına gelenler!” geliyor en başta.
Zeytin hakkında içi bomboşaltılmış sözcüklerle kurulmuş edebî kürsü konuşmalarının canımı çok sıktığını da eklemeliyim şuracığa. Hele hele sevgili vatandaşlarımıza; zeytinlerimiz için, ormanlarımız için, topraklarımız için direnmekten başka seçenek bırakmayanların ‘zeytin dostu’ olarak vitrinlere konmasına hiç tahammülüm yok … Eğriye eğri, doğruya doğru …
Kısacası: ‘Bir başka dünya mümkün!’ vurgusuyla yıllardır anlatılmaya çalışılan, “Dokunma!” diye yükselen tepkilere konu olan bir büyük sorunumuz var: ‘Zeytinlerimiz, ormanlarımız, kıyılarımız, havamız, topraklarımız tehdit altında!’
6 Kasım’da Menteşe’de düzenlenen “Çok geç olmadan Yaşam alanlarımızı savunuyoruz” adı verilen mitingde bir kez daha dile getirildi bu büyük sorunlarımız.
Yazımın bundan sonraki bölümünde, mitingde yapılan açıklamanın bazı bölümlerini aktarmakla yetineceğim …
Ancak şuracığa bir not daha düşmeliyim.
‘Muhalefet’ iyidir, insanîdir!
Hazine ve Maliye Bakanı Nurettin Nebati’nin,‘şeytanî-rahmanî’ söylemini, buna benzer benzemez tüm söylemleri de dahil ederek kabul etmiyorum, kınıyorum, reddediyorum. Bu tür söylemleri sevgili ülkeme, ülkemin güzel insanlarına karşı yapılmış çok büyük bir haksızlık ve ayıp olarak gördüğümü belirtiyor ve kendilerine, bu çok tehlikeli ayrıştırıcı, nefret duygularını besleyici yanlışlardan vaz geçmelerini, muhalefet edişlerle ilgili cümleler kurarken sözcük seçimlerini çok dikkatle, akıllıca ve ustalıkla yapmalarını tavsiye ediyorum. Çünkü ‘muhalefet’ iyidir, şeytanî değil insanîdir. Demokratik toplum rüyası içinde en değerli ve olmazsa olmaz makamdır. Genel toplumsal ölçekte en büyük güvencedir, haktır, hukuktur …
Yanlış yapıyorsunuz sayın Nebati, yapmayın. 20 yıllık iktidarınız süresince büyüttüğünüz sorunları çözebilmek bir yana daha da büyütüyorsunuz, daha da büyütmeyin.
Neyse … Yazımın devamında aktaracağım ‘haklı, doğru ve gerekli karşı çıkışlar’ın bir bölümünü paylaşmadan önce bu tepkimi de bildirmek istedim.
Şimdi, mitingde okunan açıklama metninden derlediğim bölüme geçiyorum izninizle.
Dünyada, yurttaşlarının kamu organlarını bu kadar çok davayla durdurmaya çalıştığı başka bir ülke yoktur!
Geçen Pazar günü Menteşe’de “Yoksulluğa, geçinememeye, yaşam alanlarımızdan edilmeye hayır diyoruz, kabul etmiyoruz. Saymakla bitmeyecek saldırılar, Meclisten ya da kendisini sermayenin istediği her şeyi yapmakla görevli sayanlarca hızla uygulanıp hukuk-mevzuat diye karşımıza çıkarılıyor. Dünyada, yurttaşlarının kamu organlarını bu kadar çok davayla durdurmaya çalıştığı başka bir ülke yoktur. Açılan davaların yetmediği bütün ülkede talana, yağmaya karşı yaşadığı yeri savunmaya, geçinmeye çalışan ezilen, yerinden edilen, yaşam alanlarından koparılanların çığlığı, karşı çıkışı yükseliyor her yerden. Kabul edilemez, etmediğimiz kararlar bizi yoksullaşmakla, aşımızdan ekmeğimizden etmekle kalmıyor, canımızı da alıyor” diyenler bakın daha nelere nelere hayır demişler ve neleri neleri kabul etmediklerini ve mücadeleye devam edeceklerini bir kez daha şöyle ilân etmişler …
Bu ülke mahkeme kararlarının uygulanmadığı ülke olmaktan çıkmalı!
Daha dün Bartın’da en az 41 işçi, geçinmeye çalışırken canından oldu; hepsini saygıyla anıyoruz. Bugün 6 Kasım, YÖK’ün kuruluşunun yıldönümü, YÖK’ü de kabul etmedik, etmiyoruz. Öğrencilerin, öğretim elemanlarının özerk üniversite talepleri, bizlerin de talepleri. Fethiye’den Bodrum’a, Kavaklıdere’den Datça’ya doğal varlıklar talan ediliyor. Bu talan maden ocaklarıyla, termik santrallerle, kıyıların işgaliyle, halkın yaşam alanlarına erişemez hale gelmesiyle sürüyor, kabul etmiyoruz. Bu talan hepimize, halka ait olanın halka karşı kullanılmasıyla, şirketlerin, parası bol olanların özel mülkü haline getirilmesiyle yürütülüyor. Yetmiyor, acele kamulaştırmalarla yoksulların elindeki geçinme araçları da alınmak isteniyor.
Sürdürülen talan aynı zamanda parçası olduğumuz doğayı, ekolojimizi yok ediyor. Bunları kabul etmiyoruz, etmediğimizi söylemek için toplandık. Muğla’nın % 59’u maden ruhsat alanı ilan edilmiş durumda; bozulmamış doğa parçası kalmadı, bunun daha da kötü bir duruma gelmesini istemiyoruz, bunu da söylemek için toplandık. Muğla’daki Termik Santrallerin hepimizi canından ettiği, sağlığımızı bozduğu ülkenin enerji ihtiyacını karşılamak için değil, zengini daha çok zengin etmek için çalışmaya devam ettiğini bütün ülke biliyor, biz de biliyoruz. Bu santrallerin kapatılmasına çeyrek asır önce, taa 1996’da ülkenin mahkemeleri karar verdi.
Bu ülke, mahkeme kararlarının uygulanmadığı ülke olmaktan çıkmalı! Bunu da söylemek için toplandık.
Bu termik santraller o tarihte mahkeme kararları çıkmış olmasına rağmen kapatılmadığı gibi, sermayesine sermaye katmaya çalışan, kâr peşinde olan şirketlere satıldı, özelleştirildi. Güneş enerjisi, temiz enerji adı altında santrallerin ömrü uzatılmaya çalışılıyor. Bunun bir aldatmaca olduğunu biliyoruz, bu yanıltmaya ortak olmamız isteniyor; kabul etmiyoruz, canımızdan olmaya ortak olmayacağız.
Yaşamak hepimizin hakkı, yaşam alanlarını kaybetmek istemiyoruz!
Milas, Bayır, Marmaris, Fethiye, Datça, Köyceğiz, Gökova, Bodrum …
Zeytinliklerimiz, temel geçinme, beslenme varlıklarımız yok ediliyor, bu talan sürsün isteniyor. Yönetmelik değişikliği yargı kararıyla iptal ediliyor, başka bir yönetmelikte tekrar halkın önüne konuyor. Yetmiyor, daha çok para kazanılsın diye kanun değiştirilmek isteniyor. Bunun yol açacağı sonuç, zaten yoksullaşmış olanların, geçinmeye çalışanların daha çok yoksullaşmasıdır. Akbelen, 450 günü aşkın zamandır bu yoksullaşmaya hayır diyor. İkizköy; geçinmek, üretmek, yaşamak istiyor! Mevzuatın-ardından dolanılan hukukun, halka karşı kullanılmasına hayır demek için buradayız.
Bayır-Deştin sınırındaki Tekağaç Sırtı’nda yapımı süren çimento farikası durdurulamazsa, tozuyla dumanıyla ekolojik yıkıma yol açacaktır. Fabrika 13 maden ocağının açılmasına, 8 bin hektar orman alanının yok olmasına neden olacak. Zeytinlikler, bağ-bahçeler, arılıklar yok olacaktır. Fabrika tarım alanlarını yok edip tarımı imkansız hale getirecektir.
Kızılbük’te kaçak inşaat yalanlarla sürüyor. Marmarisliler, Muğlalılar, bütün ülke mahkeme kararlarını dolanarak sürdürülen kaçak inşaatın durdurulmasını istiyor. Kaçak inşaatı durdurması gerekenler, mahkeme kararına uyulmasını sağlamakla görevli olanlar, ÇED sürecini mahkeme kararını hiçe sayarak yürütüyor.
Kabul etmiyoruz, etmeyeceğiz.
Fethiye’den Datça’ya, Gökova’dan Bodrum’a kıyılar talan ediliyor. Dünyada benzeri olmayan, kamuya ait kıyılar talan ediliyor. Bu talan sürdüğünde geriye yok edilen doğa, kirlenen deniz, kıyı ekosistemi, beton yığınlarına dönmüş kıyılar kalacak. Kıyıların doğallığının yok edilmesini istemiyoruz.
Bütün bunlar, dava açanların aldıkları mahkeme kararlarına rağmen yapılıyor. Kullanmanın az sayıda şirket lehine sürekli artırıldığı, ekolojik varlıkların, ortak varlıklarımızın yok edildiği bir işleyişi istemiyoruz, kabul etmiyoruz. Muğla’nın önemli sulak alanlarından Köyceğiz Dalyan özel çevre koruma alanını besleyen Sandras Dağı’nın da madencilik faaliyetleri ile yok edilmesine karşı mücadele devam ediyor. Doğal sit alanları, önemli doğa koruma alanları, onları koruması gereken kurumlar yerine halkın davalarıyla korunmaya çalışılıyor. Korunması gereken diğer bir sulak alan, Bodrum-Milas Bargilya Tuzlası ise büyük inşaat şirketlerine peşkeş çekiliyor.
Buradan bir kez daha ilan ediyoruz: resmi kararlara konu edilmeyen sulak alanlar da dahil, korunması ve gelecek nesillere bırakılması gereken doğal alanları kararlılıkla savunmaya devam edeceğiz.
Termik santraller, su kıtlığı, ormanlar, orman yangınları …
Su kıtlığı bütün dünya gibi Muğla’nın da temel sorunlarından biriyken; termik santraller, bütün Muğla halkının ihtiyacından daha fazla suyu kullanıp kirleterek doğaya bırakıyor. Bunun akıldışı olduğunu biliyoruz, söylüyoruz. Bunlar ortadayken su kıtlığına çözüm olarak deniz suyunu kısmen arıtmak ve atık suyu denizi mahvetmek üzere deşarj etmek önümüze konuyor. …
Geçen yıl ve bu yıl Muğla’nın ormanlarının %10’u yangınlarla yok oldu. Yangınlar ülkenin her yanında sürüyor, yangınları önlemek, söndürmekle görevli olan kurumlar görevlerini layıkıyla yerine getirmiyor. Halkın yangını söndürmesi de engelleniyor. Yangınlarla yok olanın 3 katı kadar orman alanının mevzuata uygun sayılan kararlarla orman dışında amaçlarla kullanıldığını bilim insanları söylüyor. Yoksul orman köylülerinin yaşamak, geçinmek için çalıştıkları ormanlarda yaptıkları işlerin özelleştirilmesi yüzünden daha da yoksullaştıklarını biliyoruz. Orman yangınlarının uzun süre söndürülememesinin orman köylülerinin ormandan sürülmesiyle de ilişkili olduğunu biliyoruz. Ormanı korumakla görevli kurumların görevlerini layıkıyla yapmadıklarını, yangın söndürmenin bile taşeronlara devredildiği bir dönemden geçiyoruz! Ormanların hayat için vazgeçilmez olduğunu biliyoruz, orman yok edilerek hayat yok ediliyor, kabul etmiyoruz!
Direnmekten başka çaremiz yok!
Direnmekten başka çaremiz yok! Özelleştirmelerin hepimizin ortak varlıklarını yok etmek, bir avuç zenginin sermayesine sermaye eklemek amacıyla yapıldığı ortada. Özelleştirmenin kapitalist sistemin ürünü olduğunu bütün dünya biliyor. Bunun kamu adına yapıldığının söylenmesini kabul etmiyoruz. Kamu biziz! Bizim kabul etmediğimizin bizim adımıza söylenmesini de kabul etmedik, etmiyoruz, etmeyeceğiz. …
“Yaşam alanlarımızı savunmaya devam edeceğiz!”
6 Kasım 2022 tarihli Menteşe mitinginde yapılan açıklamanın son bölümünde ise şu talepler dile getirildi:
– Devlet tarafından uluslararası sözleşmelerle üstlenilen yükümlülüklere uygun davranılmasını,
– Çevreye-ekolojiye ilişkin kararların, ortak varlıkların, hayatın korunması ve süreklilik esas alınarak verilmesini,
– Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın işlevlerine göre bölünerek, doğal olanı korumak için yeniden yapılandırılmasını,
– İklim krizinin, hepimizin, bütün dünyanın sorunu olduğunun kabul edilmesini; iklim krizinden sadece etkilenmediğimizi, aynı zamanda krize katkıda bulunulduğunun kabul edilmesini,
– Başta fosil yakıt kullananlar olmak üzere, iklim krizine katkıda bulunan tesislerin ve projelerin bir an önce sona erdirilmesini,
– Özelleştirme uygulamalarına derhal son verilmesini; tersine, kamulaştırma yoluna başvurulmasını,
– Kıyıların metalaştırılmasından vazgeçilmesini,
– Bilimsel olmadığı mahkeme kararları ile kanıtlanmış Ekolojik Temelli Bilimsel Raporlara dayanarak ve şirketlerin çıkarlarına göre kullanmayı esas alarak, bütün Türkiye’de doğal sit alanlarının belirlenip ilan edilmesinden derhal vazgeçilmesini talep ediyoruz.
Taleplerimizi daha da çoğaltmak mümkün, en temel olanlarını dile getirdik.
Temel talebimizin eşitlik ve özgürlük olduğunu belirtmek istiyoruz.
Bu talebimizi, insandan, toplumdan ayrı bir doğa, çevre, ekoloji olmadığına vurgu yaparak dile getiriyoruz.
Yok edilen bizim doğamızdır, yaşam alanlarımızı savunmaya devam edeceğiz.
10 Kasım için …
Aramızdan ayrılışının 84’üncü yılında Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e saygı, sevgi ve özlemle …