Yılmaz Kaya AYLANÇ
Türkiye, 6 Şubat 2023 sabahı Kahramanmaraş’ın Pazarcık ilçesinde saat 04:17’de 7,7 büyüklüğündeki depremle güne uyandı. Hemen akabinde Gaziantep’in Nurdağı ilçesinde 6,4 ve öğlen saatlerinde Elbistan merkezli 7,6 büyüklüğündeki depremle bölge çok ciddi bir yıkıma uğradı.
Kayıplarımız, yaralılarımız an be an artıyor ne yazık ki … En son not edebildiğimiz 9 bin 57 vatandaşımızın yaşamını yitirdiği 52 bin 979 vatandaşımızın yaralandığı yönünde … Yaklaşık 9 bin vatandaşımız ise enkazlardan sağ olarak çıkarıldı. Yıkılan bina sayısının an itibariyle yaklaşık 7 bin olduğu belirtiliyor.
Uzun süredir bahar havasında devam eden kış, bir gün önce mevsim normallerine dönmüş, deprem bölgesinde buz gibi bir hava ve kar yağışı ile depremin olumsuz etkililerini bir kat daha arttırmış oldu.
Bölge halkının acılarına ve kayıplarına çaresizliğin de eklendiğini görmenin, insanın ruh halini ciddi olarak negatif etkilediğini düşünüyorum.
Depremin ikinci günü öğlene kadar görülen manzara insanı dehşete düşürüyor.
En son hasar görmesi gereken kamu binalarının birçoğunun yıkıldığı veya kullanılamaz durumda olduğu söyleniyor.
Enkaz kümelerinin üzerinde vatandaşların kendi çabaları ile enkaz altındaki yakınlarına yardım etmeye çalıştıklarına, ancak makine araç ve gereç olmadığı için ellerinden bir şey gelmemesinin çaresizliği ile isyan ettiklerine şahit oluyorsunuz. Herkes yardım istiyor ancak kendilerine uzanan bir el yok.
Hastaneler yıkılmış veya kullanılamamakta çoğunlukla, devlet binalarının çoğu hasarlı ve kullanılamaz durumda, yollar kapalı, havaalanı kullanılamıyor, yakıt yok, pek çok yerde elektrikler ve doğal gaz kesik. İnsanlar depremin ilk şoklarından sonra ısınmak, giyinmek, barınmak isteyecekler ve bunlar henüz yok veya yeterli değil.
Uzmanlar, deprem sonrası ilk 6 saatin çok önemli olduğunu, sonraki 18 saat ile enkaz altından kurtarma çalışmalarının tamamlanması, sonraki gün ise tamamen mucizeler zamanı olduğu yönünde görüş bildiriyorlar.
Dünyanın 20 büyük ekonomisinden biri olan Türkiye, deprem bölgesi olan coğrafyamızda uğradığımız bu elim olay karşısında kelimenin tam anlamıyla ilk 24 saat kıpırdayamamıştır.
Tüm yetkileri elinde toplayan AFAD ne yazık ki başarılı bir sınav verememiştir.
Depremin çok şiddetli olduğu, hava şartlarının çok kötü olduğu, gece olmasının dezavantajları ve başkaca olumsuz şartlar mazeret olarak sıralanabilir. Ama büyük devlet, akıl ile yönetilen devlet refleksi bu olmamalı.
Yaşı ellinin üzerinde olan yurttaşlarımız anımsayacaktır. Bu ülke çok daha güç şartlarda pek çok doğal afet yaşadı. İlk gördüğümüz resim birkaç saat içinde askerimizin afet alanında olup çaresizlik içinde olan insanlarımızın elini tutması ve yalnız olmadıklarını hissettirmesiydi. Gerek güvenlik gerekse fiziki yardım için koordine olur, süratle olay yerine gider ve yapması gerekeni yapardı.
Bu kadar da değil, çadırları kurar, sahra mutfağı yemekleri yapar o insanlara sıcak yemeğini verir, Kızılay ile birlikte insanlarımızın yanında olurdu.
Tüm bunları bildiği ve yaşadığı için bu felakette devletimizin gereken hızda refleks gösterememesinin üzüntüsünü yaşıyor vatandaşlar.
Refleks, önceden yeterince çalışmış, testlerini yapmış, bilgili ekipler yetiştirmişseniz, o an geldiğinde planlarınıza göre kiminle, nereye, nasıl ve hangi malzemeler ile gideceğinizi bilirsiniz. Deprem bölgemizdeki yaklaşık nüfusun on-on iki milyon civarında olduğunu düşünürsek, ülkede daha yetmiş beş milyon insan var. Yeterince ekipman ve ihtiyaç malzemelerinin de fazlasıyla olduğunu düşünüyorum.
Geriye ne kalıyor? Koordinasyon ve eylem planı!
Bu tip durumlarda en önemli konu zamandır. Zamanında yapılamayan hiçbir eylemin yeterince değeri yoktur.
Enkaz altında olan yurttaşlarımızın sağ olanları için o zaman çok değerlidir. İşini bilen, yeterli ekipmanı olan profesyoneller ile birçoğu kurtarılabilir.
Oysa gecikirsek, kaçı soğuğa dayanıp ertesi günü gelecek ekipleri bekleyebilir, Allah bilir.
Depremin ikinci gününde halâ devletin ulaşamadığı yerler olduğunu duyuyoruz. Tek tesellimiz uzman ekiplerin enkazlara ulaşmaya ve kurtarma çalışmalarına başladığı yönündeki duyumlardır. Bunun yanında diğer bölgelerdeki bütün vatandaşlarımızın, yardım edebilmek için tüm güçleri ile katkıda bulunmak üzere adeta yarış halinde olmaları. Kimi yardıma fiziki destek vermek üzere gönüllü olup bölgeye gitmek üzere havaalanlarını dolduruyor, kimileri yardım malzemelerini toplamak üzere kendi gruplarında fedakarca çalışıyor. Bu insanlar, hiç tanımadıkları insanların acısını hafifletebilmek için maddi manevi katkı koymak adına çaba gösteriyorlar.
Hatta bu konuda tatlı bir rekabet içinde oldukları bile söylenebilir.
Bu yaralar da elbet sarılacak. Kayıplar canlı dışında yerine konmaya çalışılacak mutlaka. Bundan önce de öyle olmadı mı? Ancak yapmamız gereken bu olaydan ders çıkarmak değil mi? Yeniden aynı şeyleri yaşadığımızda aynı kayıplara uğramamak için gereken çalışmaları yapmamız doğru olmaz mı?
Peki 1999 depreminden yeterince ders aldık mı sizce?
Bunu hep birlikte düşünmeliyiz, nerede hatalar yaptık/yapıyoruz.
Ancak size şu kadarını söylemek isterim, böyle bir depremi herkesin beklediği İstanbul’da yaşasaydık durum ne olurdu?
Bakın İskenderun limanında bulunan konteynırların iki gündür kendi kendine yandığına şahit oluyoruz.
Bu ülke sahipsiz değil. Bu manzara tüm vatandaşlarımızı fazlasıyla üzmüştür, üzmektedir.
İstanbul’da olabilecek depremin, ekonomik olarak da ülkemiz için tam bir yıkım olacağını düşünüyorum.
O nedenle bölgelerin ve illerin sanayi ve ekonomik olarak doğru yerleştirilmeleri, doğru kuvvetlendirilmelerinin doğru olacağı kanaatindeyim.
Ülkemizin deprem bölgesi olması ve tüm uzmanların Marmara bölgesinde olası bir depremin gittikçe yakınlaştığını söylemesine karşın, ekonomik, sanayi ve insan sayısı olarak halâ bu bölge ve şehir tahkim edilmekte.
Depremler hep olacak. Bilim böyle diyor. Riskimiz nedir? Depreme dayanıklı bina üretimi, doğru yerde doğru bina ve sanayi tesisi yapmak değil mi?
Ama halâ ne yapıyoruz? İmar afları!!! Akıl alır şey değil!
Umarım bu deprem bir uyarı olur, bir yandan yaralar sarılırken bir yandan yarınlar için doğru tedbirler alınır ve bu acıları olması gerekenden daha fazla yaşamak zorunda kalmayız.
Bugün deprem bölgesine 3 saatte gelinebilseydi tüm manzara çok değişik olabilirdi.
Deniz ve hava olanaklarının yeterince kullanılmadığı genel bir kanaat olarak yurttaşlar arasında var.
Ve tabii karar alma konusu. Bazı kararlarda geç kalınmış olunabilir mi?
Bu sabah Murat Ağırel bir söz söyledi ve benim için çok anlamlıydı. 1999 depreminde kurtarma ekipleri enkazın derinliklerine bağırıyordu “Sesimi duyan var mı?” diye. Bu depremde ise enkazdan yukarıya doğru bir ses duyuldu “Orada kimse var mı?” …
Bu, durumun özeti.
Deprem bölgemizde kaybettiğimiz yurttaşlara Allah’tan rahmet, yaralılara şifa, yakınlarını kaybedenlere sabırlar dilerim.
Türkiye bu yaraları saracak güçtedir. Ülkemizin tüm kalpleri deprem bölgesindeki yurttaşlarımız için atmakta, buna inanın!