BAKTIKÇA … – soru/yorum – A. Kemal KAŞKAR
“Bir elin nesi var, iki elin sesi var!” deriz ya; böylece birlik ve beraberliğe, ötesi örgütlülüğün nimetlerine, güzelliklerine, olanaklarına dikkat çekmiş ve bu yönde bir hepbirliktelik için davetlerde bulunmuş oluruz.
İyi de yaparız.
Malûm, ‘iki elin sesi’ alkıştır.
Alkış; destek ve beğeni için olduğu kadar ‘protesto’ amacıyla da kullanmakta olduğumuz bir sesimizdir.
Kalabalıklar tarafından çıkarıldığında ortalığı ayağa kaldırıcı, dolayısıyla maksadın hasıl olması bakımından yararlı bir eylemimizdir.
…
27’nci dönem Muğla milletvekillerinden bir tek İYİ Partili Metin Ergun, partisi tarafından yeni dönem için de birinci sıradan aday gösterildi, dolayısıyla vekillik görevini sürdürecek gibi. Diğer vekiller ise, yeni dönem için aday gösterilmeyerek hizmet dönemlerinin sonuna gelmiş ve dolayısıyla ‘eski’miş bulunuyorlar.
Tarihe not düşmek bakımından isimlerini anmakta yarar var: Cumhuriyet Halk Partisi Muğla Milletvekilleri: Süleyman Girgin, Burak Erbay, Mürsel Alban ve Suat Özcan. AK Parti Muğla Milletvekilleri: M. Yavuz Demir ile Yelda Erol Gökcan. Elbette vekilliğe devam edeceği tahmin edilen Metin Ergun.
Onlara, demokratik siyasetin yazılı olmayan nezaket kuralları çerçevesinde teşekkür etmeliyiz. Beni tanıyorsunuz, bu teşekkür inceliğini ‘alkışlama’ya taşıyarak işin ölçüsünü, tadını kaçırmayacağımı bilirsiniz. Dolayısıyla alkışların; sevgiyi, saygıyı, takdir hislerini ifade etmek bakımından destek amaçlı ya da aksine protesto için kullanılması, hassas bir ölçüp tartmayı, yani ölçülülüğü gerektirir. Böylesi bir hassas konuda ‘saldım çayıra teknolojisi’ kullanılabilemez. Gazetecilik meslek ölçüleri-mesafeleri bakımından bu yazdıklarım, bence siz sevgili okur-yazarlarım bakımından da ‘bir yere kadar’ olması gerekendir. O ‘bir yer’ ise, kamusal alan ile özel yaşam arsalarınızı kesiştirdiğiniz tahammül sınırlarınızın oralarda bir yerlerdedir. Elbette ölçülerinizi siz belirlersiniz, sizin bileceğiniz iştir sonuçta …
Vekillere teşekkürlerimizi sunduktan sonra gelelim ‘tehlikeli alkışlar’ konumuza …
Bu; ‘tehlikeli ilişkiler’ genel başlığı altında ön sıralarda ele alınıp değerlendirilmek gereken bir durumdur. En belirgin ve yaygın örneğini, ‘her şeyi alkışlama ölçüsüzlüğü, gevşekliği’ olarak adlandırabiliriz.
En son örneklerinden biri, Yeniden Refah Partisi’nin Cumhur İttifakı’na katılma-katılmama yol ayrımında yaşandı. Parti’nin Genel Başkanı Fatih Erbakan’ın, yüksek perdeden ‘katılmıyoruz’ açıklamasını büyük bir coşkuyla alkışlayan partililer, birkaç gün sonra, bu kez ‘katılıyoruz’ ünleminin peşine alkış vagonlarıyla katıldılar. Parti’nin içişlerine ilişkin herhangi bir yorumda bulunmam tabii ki. Anlatmaya çalıştığım, sadece ve özellikle partililerin alkışlarıyla oluşturdukları tabloya ilişkindir.
Aynı partinin, birbirinin tam tersi kararlarını alkışlayanların, özenle seçilmiş ayrı ayrı partililer olması mümkün müdür sizce? Yani ülkemizde, bir karara alkışlı destek vermiş olan bir grubun, birkaç gün sonra onun tam tersi bir kararı da alkışla desteklemesi size şaşırtıcı gelir mi? Ya da o partili topluluk, diyelim ki ilkinde destek alkışlarıyla karşıladığı tavırdan vazgeçildiğinin açıklamasını alkışlarıyla protesto etmiş olabilir mi?
Bütün bu soru kalabalığının hiçbir beş para etmediği bir tablo ile karşı karşıya olduğumuzu biliyorum elbette ve dolayısıyla olur olmaz her şeylere destek verme anlamında ‘alkışlamanın dayanılmaz hafifliği’ ile yüzleşmemiz gerektiğine dikkat çekmeye çalışıyorum. Evet yüzleşmeliyiz, hem de hiç zaman yitirmeden. Bunu, sadece ‘komik durumlara düşmemek’ için değil, bir tür ‘bekâ sorunu’ olarak görmemiz gerekiyor. Yani ‘ölümcül bir sorun’ olarak görmemiz gerekiyor. Bundan kaçışımız, kurtuluşumuz yok …
Bu gibi örneklerimiz o kadar çok ki! Alkışlarımıza, alkışlama pratiklerimize bir çeki düzen veremezsek eğer, başımıza açacağımız işlerin haddi olmaz, hesabı yapılamaz.
İnandıklarımız, güvendiklerimiz her ne ise, içtenlikle ve kararlılıkla onlarla yürümeli, bir gün öyle bir başka gün böyle olmamalıyız. Bunu zaman zaman alkışlarımızla gösterdiğimizde de çok ama çok dikkatli olmalıyız. Öyle her önümüze geleni alkışlamaktan özenle kaçınmalı, özsaygımızı yitirmeden, eğilmeden bükülmeden yürümeliyiz. Bize, ‘kuru gürültü’ kaynağı muamelesi yapılmak istenmesine asla izin vermemeliyiz.
Destekse destek, protestoysa protesto! Açık ve net!
14 Mayıs seçimlerine doğru bol alkışlı günlerden geçiyor olduğumuz şu dönemde bu konuda bir yüzleşmeye açık davette bulunma ve giderek utanma, sıkılma hâli oluşturma niyetiyle dile, gündeme getirmek istedim bu konuyu, son sözü Can Baba’ya (YÜCEL), O’nun “Alkış ve Yuha’ başlıklı şiirine bırakıp noktalamak istiyorum:
“Her alkışa bir yuha
17 aylık oldu Ali bey
Ve benim torun rüzgarı alkışlıyor
Tutulan bir gümüş balığını alkışlıyor
Önüne konan karpuzu alkışlıyor
Kendi sesini alkışlıyor
Dileğim o ki:
Büyüdüğünde de
Çevresinde er geç dönecek b.klukları da
Aynı heyecanla yuhalasın
Yeri göğü inletircesine…”
İyi Bayramlar …
Ekonomik sosyal siyasal tablolarda yuhaları hak eden sorumlulukların yanına, depremlerde ve sel felaketlerindeki yuhalık sorumlulukların da eklenmesiyle çok kötü, dayanılamayacak kadar kötü bir başlangıç yaptığımız 2023 yılında biri dinî diğeri milli iki bayramımızı peşpeşe yaşayacağız. Yuhlananlar kadar yuhlayanların da canını sıkan bu tablodan kurtulmak istiyoruz. Artık destek, takdir, mutluluk, sevinç alkışlarıyla, bahar alkışlarıyla karşılamak istiyoruz yeni günleri … Bu duygu ve düşüncelerle önce Şeker/Ramazan Bayramımızı ve ardından 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımızı bekliyoruz …
Bayramlarımızı saygıyla, sevgiyle, alkışlarla kutluyorum.