Ahmet Ümit / Masal / Yapı Kredi Yayınları / 10. Basım 2022 / 143 sayfa
Ayşegül Şenay KAŞKAR
Ahmet Ümit, 1960 yılında Gaziantep’te kilim tüccarı bir baba ve terzi bir annenin 7 çocuğundan en küçüğü olarak dünyaya geldi. Lise dönemlerinde çıkan bir kavgadan dolayı 24 arkadaşı ile birlikte Gaziantep Atatürk Lisesi’nden Diyarbakır Ergani’deki bir liseye sürgün gönderildiler. Liseyi bitirdikten sonra 1979 yılında Marmara Üniversitesi’nde Kamu Yönetimi okumaya başladı. Bu yıllarda tanıştığı Vildan Hanım ile evlendi ve kızları Gül dünyaya geldi. 1982’de düzenlenen “Anayasaya Hayır” kampanyasına katıldı. Duvarlara afiş yapıştırırken yakalanan arkadaşları için öykü şeklinde yazdığı rapor, takma adı olan “K. Yalçın” imzası ile önce Atılım Dergisi’nde, sonra Prag’da 40 dilde yayın yapan Barış ve Sosyalizm Sorunları Dergisi’nde yer aldı. Yazarlığa adımını bu rapor/öykü ile attı. 1983 yılında üniversite öğrenimini tamamladı.
Üyesi olduğu Türkiye Komünist Partisi (TKP) tarafından 1985’te Moskova’ya gönderildi. 1985-1986 yılları arasında Moskova Sosyal Bilimler Akademisi’nde eğitim gördü. TKP tarafından eğitim almak için Rusya’ya gönderilen altı gencin başından geçenleri anlattığı “Kar Kokusu” (1998) adlı romanı, bu dönemde yaşadıklarından izler taşır. Moskova’da iken şiir yazmaya başladı. 1989’da etkin siyasetten ayrıldı. Tiyatro yönetmeni arkadaşı Ali Taygun’un teşvikiyle polisiye yazmaya ağırlık verdi.
1990 yılında bir grup edebiyat tutkunuyla birlikte Yine Hişt adlı kültür-sanat dergisini çıkardı. Şiir, öykü ve yazılarını Adam Sanat, Yine Hişt, Öküz ve Cumhuriyet Kitap dergileri ile Yeni Yüzyıl gazetesinde yayımladı.
Kitapları –
Sokağın Zulası, Çıplak Ayaklıydı Gece, Bir Ses Böler Geceyi, Masal Masal İçinde, Sis ve Gece, Agatha’nın Anahtarı, Kar Kokusu, Patasana, Şeytan Ayrıntıda Gizlidir, Kukla, Beyoğlu Rapsodisi, Aşk Köpekliktir, Başkomser Nevzat: Çiçekçinin Ölümü, Başkomser Nevzat 2: Tapınak Fahişeleri, Kavim, Ninatta’nın Bileziği, İnsan Ruhunun Haritası, Olmayan Ülke, Bab-ı Esrar, İstanbul Hatırası, Başkomser Nevzat 3: Davulcu Davut’u Kim Öldürdü?, Sultanı Öldürmek, Beyoğlu’nun En Güzel Abisi, Elveda Güzel Vatanım, Kırlangıç Çığlığı, Aşkımız Eski Bir Roman, Kayıp Tanrılar Ülkesi
Masal masal içinde …
Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, cinler cirit oynar iken eski hamam içinde, bir varmış bir yokmuş.
Aydınlık bir göğü, parıltılı bir denizi, verimli toprakları olan güzel mi güzel bir ülke varmış …
“Bu kitaptaki masalları annemden dinledim. Annem de küçükken bir masalcıdan dinlemiş. Dedem, kızının gönlünü hoş tutmak için bir masalcı tutmaktan çekinmemiş anlaşılan. Annem daha pek çok masal dinlemişti ama hepsini anımsamıyordu. Bana da anlatmış, ben de anımsamıyordum. Aslına bakarsanız bu kitaptaki masalları da çoktan unutmuştum. Yıllar sonra Antep’e baba evine döndüğümde, biraz da rastlantı sonucu annem yeniden anlattı bu masalları.”
…
Halkı tarafından çok sevilen bir padişah varmış. Ama bu padişahın küçük bir kusuru varmış. Övünmeyi pek severmiş. Ne zaman bir iyilik yapsa tahtına kurulur, başlarmış anlatmaya. Padişah övünmeye başlar başlamaz, sarayda ne kadar dalkavuk varsa başına toplanır, her söylediğini alkışlayarak iyice pohpohlarlarmış onu. Sarayda yalnız bir kişi üzülürmüş padişahın bu haline. Bu kişi aynı zamanda çocukluk arkadaşı olan vezirmiş.
Ona yaptığı hatayı fark ettirmek için başka bir kentte yaşayan Kör Adam’ın hikayesini anlatır. “O sizden daha cömert, ensesine vuran herkese bir kese altın veriyor…” der.
Buna inanmayan padişah ile yola çıkarlar. Kör Adam’ın oturduğu kent bir günlük yoldadır, yanına varırlar hikayesini dinlemek isterler. Fakat Kör Adam, oradan 2 gün uzaklıkta yaşayan Kuyumcu’nun hikayesini öğrenip ona anlatmaları şartıyla kendi hikayesini anlatacağını söyler. Kuyumcu’nun, her pazar kurulduğu gün gelip büyük bir altın yumurtayı kendisine en fazla parayı verene satmak yerine toz haline getirip insanların üstüne attığını söyler.
Kuyumcu’nun yanına vardıklarında onun hikayesini dinlemek istediklerini söylerler. O da, oradan 3 gün uzaklıkta Demirci’nin hikayesini merak ettiğini söyler. Bu demirci çok yetenekli bir ustadır. Bir kuyumcu titizliğiyle çalışır. Kaba saba demirlerden öyle laleler, sümbüller yaratır ki adeta yapraklarının titrediğini görür, kokularını duyar gibi olursunuz. Ama kaç zamandır bir at nalı bile yapamıyormuş. Adamcağız çalışma isteğiyle dolu bir şekilde her sabah dükkanını erkenden açıyor, demir nar gibi kızarınca, tam çekici indirecekken bakışları birden karşısındaki duvara takılıyormuş. Çekici, kor halindeki demiri fırlatıp hızla duvara koşuyor ve taşlara çarparak kanlar içinde yere yığılıp kalıyormuş. Eğer onun öyküsünü öğrenip gelip anlatırlarsa kendi hikayesini onlara anlatacağını söyler.
Ona da peki deyip oradan da ayrılırlar ve Demirci’nin yanına gelirler, onun hikayesini sorarlar fakat Demirci de oraya 4 gün uzaklıkta bulunan kentte bir Müezzin yaşadığını ve onun hikayesini, artık neden ezan okuyamadığını merak ettiğini söyler. Bu Müezzin öyle hoş, öyle iyi bir adamdır ki yaşlı genç demeden herkes ona saygı duyar, onu severmiş. Ama son zamanlarda bir hal olmuş bu güzel insana, müezzinliği bırakmış. Yalnızca öğle ezanı okunmaya yakın geliyormuş camiye. Camiye yaklaşınca gözünü minareden alamıyor, ta elli metre ilerden minareye bakmaya başlıyormuş. Sonra aradığı şeyi görmüş gibi sevinçle minareye koşuyormuş. Ama bir süre sonra yıkılmış bir halde iniyormuş aşağıya. Sanki bir anda yaşlanmış gibi ayaklarını sürüyerek evinin yolunu tutuyormuş. Demirci bu adamın gizini merak ettiğini, öğrenip ona anlatırlarsa kendi hikayesini anlatacağını söyler padişah ile vezire…
Müezzinin yanına geldiklerinde ona sorarlar hikayesini. O da, oradan 5 gün uzaklıktaki kentte bir şapkacının yaşadığını söyler. O yörenin en güzel şapkalarını diker, haftada ancak bir şapka bitirir ve pazara getirirmiş satmak için. Zaten müşteriler onu beklermiş. Mezatın ortasında kalabalığın arasında birilerini görür; ‘Durun! Beni bekleyin!’ diye bağırarak, sanki birilerini yakalayacakmış gibi koşmaya başlar, bu koşu mezarlığa kadar sürermiş. Bir mezarın üstüne kapanır, kendinden geçinceye kadar ağlarmış.
İşte bu şapkacının hikayesini merak ettiğini, onu gelip anlatırlarsa kendi hikayesini anlatacağını söyler.
Padişah ve vezir yolu tutmuşlar, şapkacının yanına geldiklerinde ona hikayesini sormuşlar. Şapkacı, öğrendikleri tüm hikayeleri geri dönüp anlatacaklarına söz verirlerse, kendi hikayesini anlatacağını söyler ve başlar anlatmaya.
Hikayeleri öğrendikçe bu yolları geri dönüp tek tek anlatırlar Kör Adam’a, Kuyumcu’ya, Demirci’ye, Müezzine ve Şapkacıya. Ve her seferinde bir sonraki yeni hikayeyi öğrenirler.
En sonunda Vezir Kör Adam’ın da hikayesini öğrendikten sonra Şapkacıya geri dönüp anlatacağını padişahın gelmesine gerek kalmadığını söyler. Fakat padişah vezirin de gitmemesini, tüm ülkeye bir ferman ilan etmesini ve hepsini saraya çağırmasını söyler.
Hepsi teker teker gelirler. Padişah yanındaki dalkavukları saraydan kovup yerlerine onları alır. Onlardan öğrendiği şeyleri sürekli hatırlamak için yanında olmalarını ister. Açgözlülüğün, paylaşmamanın, har vurup harman savurmanın, sabırsızlığın ve kıskançlığın insana neler kaybettirdiğinin en iyi örnekleriydi bu 5 kişi.
Bu yüzden padişah onların hep yanında olup yol göstermelerini istemiş. Bu teklif onların da hayatlarındaki kâbuslardan kurtaracak bir olanak olmuş. O günden sonra ülke çok daha iyi yönetilmiş.
…
Bu beş kahramanın hikayelerini merak ediyorsanız, hemen ‘Masal Masal İçinde’ kitabını alıp okumaya başlayın, hem kendinize hem çocuklarınıza…