Yılmaz Kaya AYLANÇ
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası madde 169, “Devlet ormanları korur ve genişletir, bunun için kanunlar çıkartır. Yanan yerlere başkaca bir tarım ve uygulama yapamaz, yerine orman yetiştirir.
Devlet ormanları mülkiyeti devredilemez. Ormanları devlet işletir. Ormana zarar verecek hiçbir uygulamaya izin veremez. Ormana zarar veren suçlular genel ve özel af kapsamanı alınamaz.
Orman sınırlarında daraltma yapılamaz.”
Yukarıda belirttiğim hususlar bir ülkenin yönetimine temel teşkil edilen ve bu metne karşı hiçbir yasa veya uygulama yapılamayan ANAYASA metninden alınmıştır.
Bir itirazınız olabilir mi?
Sanmam!
Bence her şey yazıyor, üstelik net ve anlaşılır.
Ancak pratik öyle işlemiyor.
Biliyoruz ki, kanun metinleri ile pratiğin çeliştiği pek çok durum yaşanıyor uygulamada.
Değil mi?
Laiklikte olduğu gibi.
Kadın haklarında olduğu gibi.
İş sağlığı ve güvenliği konusunda olduğu gibi.
Daha pek çok kanunda olduğu gibi.
Yani yazılı metinler nerdeyse eksiksiz ve yeterli.
Peki sorun ne dersiniz?
Bir süredir yazılı ve her şeyiyle genelde doğru olan yasaların da torba yasa uygulamaları ile altı boşaltılıyor olsa da, asıl sorun uygulama ve bu kanunu yürüten yürütmenin anlayışı.
Yoksa kanunlar olduğu gibi ve liyakatlı tarafsız kişiler ile tam olarak uygulanıyor olsa inanın ki çokça problem yaşanmazdı.
Ancak uygulama öyle mi?
İhale kanunu kaç kez değişti dersiniz?
2002 yılından bu yana, yani Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı zamanında sanırım 200 civarında değişiklik yapıldı.
Neden yapıldığını biliyorsunuz!
Köşe başlarında 5 metreden daha yakın park edilmez.
Peki köşe başlarında araçlar bu kurala uyar mı?
Ses kirliliğini önlemek adına “Gürültü Kontrol Yönetmeliği” yayınlanmıştır. Buna göre hastanelerde 35 db., yatak odasında 30 db., oturma odasında 60 db., şehir içi trafikte 65 db. olarak bu yasal sınırlar belirlenmişken buna uyulduğunu mu düşünüyorsunuz. Sadece açık hava düğün salonlarından, özel takılmış araba egzozundan, manavın hoparlöründen ve daha pek çok yerden çıkan seslere müdahale eden bir yetkili gördünüz mü?
Sanmam, şikayet etseniz de değişen bir durum olmadığına çok şahit olmuş pek çok kişi olduğunu düşünüyorum.
Anayasa madde 43’e göre ilk fıkra “kıyılar, devletin hüküm ve tasarrufu altındadır” diyor. 3621 sayılı kanun ise uygulamayı ifade eder. Bu madde ne der, “kıyılar herkesin eşit ve serbest olarak yararlanmasına açıktır.”
Yani Halka…
Öyle mi?
Ya madenlerdeki durum?
2013 yılı itibariyle en büyük kömür üreticisi Çin’de 100 milyon ton başına ölüm oranı 37 madenci, Amerika Birleşik Devletleri’nde 1-6 madenci iken Türkiye’de 2000 yılında 710, 2008 yılında 722 madenciye çıkmıştır.
Peki kitabı açıp kuralları ve olması gerekenleri okusanız bir sorun yok gibi, ancak pratiğe baktığınızda tam bir felaket.
Artık fosil yakıttan enerji üretiminin geride bırakılmaya çalışıldığı dünyamızda, termik santrallerin çalışma şartlarının yazılı olduğu metinlere uyulduğunu mu düşünüyorsunuz.
Baca filtreleri konusunda yıllarca uygunsuz çalıştılar, filtre takmak için beklemediler mi, devlet bu işlem için şirketlere kredi bile vermesine rağmen bazıları buna rağmen takmadan devam etmedi mi? Bazıları sonrasında üretime ara vermiş olsalar da.
Akbelen orman alanını yok etmeyi neden göze aldılar?
Yeniköy ve Kemerköy termik santrallerine kömür temin etmek için. Peki bu santrallar için Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 2005 yılında katılmasına ilişkin kararı var mı?
Var!
Uygulanıyor mu?
Kontrol eden var mı?
Tabii hakkıyla, tam bir liyakat ile.
Varsa problem, gereken yaptırımlar yapılıyor mu?
Cezalar caydırıcı mı?
Cezalar uygulanıyor mu?
Bugün düşüncelerinden dolayı insanlar hapislerde veya girmeye devam ederken, cinayet işleyenler ya az bir ceza veya önce biraz yatıp ardından denetimli serbestlik ile bırakılıyor, dışardalar.
Çeteler savaşıyor artık ülkemizde.
Eli silahlı mülteciler dolaşıyor sokaklarda.
Diğer yandan ormanlar yok oluyor ve direnen bir avuç insan.
Başka bir orman ise, değerli, okumuş liyakatli insan kaynağımız.
Orada da bir yangın var ve söndürmek için kimse kılını kıpırdatmıyor. Ve her gün eriyor o orman.
Biri havamızı, suyumuzu, doğamızı, börtü böceğimizi, diğeri uygarlığımızı, yaşam kalitemizi ve geleceğimizi temsil etmiyor mu?
Tüm bu birbirinden farklı konuları neden sizlere aktarmaya çalıştım? Aslında pek çoğunda ortak bir konu var.
Ülkemizin kuruluşu, gitmesi gereken istikamet ve yapılmak istenilenler kağıt üzerinde tüm dünyaya örnek iken, sorunumuzun öncelikle uygulama ve sonrasında da yanlış olan konularda caydırıcı ceza uygulamalarının adamına göre yapılıyor olması.
Tüm bunların ana sebebi ise yönetim anlayışı.
Bugün orman, sonra İstanbul Sözleşmesi, düşünce suçları, kıyıların halka kapatılması, madenler, eğitim ve öğretim, tarikatlar ve daha tüm yaşamımızı ilgilendiren konular.
Hepsi birer birer değişiyor veya farklı uygulanıyor.
Ama yapılıyor.
Ağır ağır, bazen iki adım ileri bir adım geri ama yön o tarafa doğru gidiyor.
Bir avuç insan ise buna dur demek için ağaca sarılıyor, kara toprağa verdiği sevdiği için toprağa sarılıyor, bitmek bilmez ısrarla geleceği, çocuklarını, torunlarını korumak, onlara aldığımız ülkeyi daha iyi bir şekilde teslim etmek için uğraşıyor.
Yol ve yöntemde bir sorun olsa da ne yazık ki yıllardır muhalifler geriye, iktidar kendi ilerisine doğru ilerlemeye devam ediyor.
En basitinden yeni vergi uygulamaları ile dolaylı vergilerdeki artış ile zenginden yana olduğunu bir kez daha ilan etmiş iktidara karşı muhalefette işler nasıl dersiniz.
Yakında akaryakıta devasa zamların yolda olduğunu duyuyoruz.
Tüm bu olumsuzluklara karşın, halkın her geçen gün daha da sıkıştırıldığı bu ortamda muhalefetin yol ve yöntemleri gözden geçirmesi geldi de geçiyor bile.
Yoksa bu gidiş, suyu yavaş yavaş ısıtılan kazandaki kurbağalar gibi olacak? (08.08.2023)