Mario Levi / Öykü / AFA Yayıncılık – Çağdaş Türk Yazarları / 1990 / 120 sayfa
Ayşegül KAŞKAR
Mario Levi, 1957 yılında İstanbul’da doğdu. 1975 yılında Saint Michel Fransız Lisesi’nden, 1980 yılında İstanbul Üniversitesi Fransız ve Roman Filolojisi’nden mezun oldu. İlk öyküsünü 1975 yılında yazdı. 1984 yılından sonra, Hokka dergisi, Şalom, Cumhuriyet Gazetesi, Cumhuriyet Dergi, Stüdyo İmge, Gösteri, Milliyet Sanat, Argos ve Oksijen (gazete) gibi birçok yayın organında yazılar yazdı.
İlk kitabı “Jacques Brel: Bir Yalnız Adam” 1986 yılında yayınlandı. Bu kitap, üniversiteyi bitirme tezinin romanlaştırılmış şeklidir. 1990 yılında yayınlanan ilk öykü kitabı “Bir Şehre Gidememek” otobiyografik özellikler taşır ve yazarın hem aşkları, hem de çocukluk ve ilk gençlik yıllarıyla hesaplaşması gibidir. Kitap o yılın Haldun Taner Öykü Ödülü’nü kazandı. 1991 yılında ikinci kitabı “Madam Floridis Dönmeyebilir”, İstanbul’un azınlık çevrelerine ve topluma uyum sağlamakta zorlanan insanlarına yer verir. 1992 yılında daha çok bir “anlatı” olarak görmeyi yeğlediği ilk romanı “En Güzel Aşk Hikayemiz”i yazdı. 1993’te başladığı “İstanbul Bir Masaldı” adlı kitabını altı yılda bitirerek 1999 yılında yayınladı. Bu kitap da yirmili yıllar ile seksenli yıllar arasında İstanbul’da yaşamış bir Yahudi ailesinin hikâyesidir. Şehrin öteki azınlıklarından kahramanlar bu hikâyede görünür. Bu eseriyle 2000 yılında Yunus Nadi Roman Ödülü’nü kazandı.
Mario Levi, yazarlığın yanı sıra, Fransızca öğretmenliği, gazetecilik, radyo programcılığı, reklam yazarlığı gibi işler de yapmıştır. Ayrıca yazı atölyelerinde, bu yola gönül vermiş insanlara Yazı Yaratımı dersleri de vermektedir.
Levi, yazılarını gece yazar. Akşam 21´de yatar, saat 03´te kalkar. O saatten sabaha kadar, bazen de gün boyu yazar. Yazılarını üç kere yazar. Önce deftere, sonra bilgisayara, ardından son bir kontrol için yazar. Yazarken masasında sadece kahve vardır. Yazarken müzik dinlemez. Çalışma odası, Haydarpaşa Garı´nı ve denizi görür. Levi, romanlarını Türkçe yazmayı tercih eder. Öyle ki: “Benim vatanım Türkçe!” diyecek kadar Türkçe hayranıdır. Son cümlesi olduğunu bilse yazacağı son cümle: “Şaka yaptım” olur. Müzikte 60´lı ve 70´li yılların duyarlılığı, sinemada ise 70´lerin Fransız ve İtalyan sinemasına ilgisi vardır. Hayatının kokusu, gül reçelinin evde pişerkenki kokusudur.
Mario Levi kendisini şöyle ifade ediyor: “Hayal kurmayı ve anlatmayı severim. Tutkulu bir insanım. Ama en önemli özelliğim sabırlı olmam galiba. Ben bir maratoncuyum!”
Yazmanın kendisine ne ifade ettiğini ise şöyle özetliyor: “Yazmak hayatın kendisi. Sahiciliğin daha çok farkına vardığım ya da varmaya çalıştığım yer. Ölüme direndiğim yer. Ya da doğru bir ölümü hak edebileceğime inandığım yer.”
Gençlerin, kızlı erkekli hayata bir mizah penceresinden de bakmayı bilen gençlerin kendisini heyecanlandırdığı söylüyor…
Levi´nin eserleri, Türkiye´de buluştuğu geniş okur kitlesinin yanı sıra bugün, aralarında İngilizce, Fransızca, İspanyolca, Almanca gibi dünya dillerinin bulunduğu 33 dilde yayımlanmakta ve okunmaktadır.
Eserleri
Bir Yalnız Adam: Jacques Brel, Bir Şehre Gidememek, Madam Floridis Dönmeyebilir, En Güzel Aşk Hikâyemiz, İstanbul Bir Masaldı, Lunapark Kapandı, Bir Yaz Yağmuruydu, Karanlık Çökerken Neredeydiniz?, İçimdeki İstanbul Fotoğrafları, Size Pandispanya Yaptım, Bu Oyunda Gitmek Vardı, Bir Cümlelik Aşklar
“Bir Şehre Gidememek”
Levi, 1990’larda Haldun Taner Ödülü’nü aldığı “Bir Şehre Gidememek” öyküsüyle ilgili olarak “Bir sevda söz konusu olunca insan hiçbir yere yalnız gidemiyor, hüsranları ve ayrılıkları hep beraberinde götürüyor” diyor…
İşte o kitaptan kısacık bir bölümü aktarıyorum şimdi:
… O zorunlu yuvaya dönüşü yaşadığım akşamdı eğer yanılmıyorsam. Kimi sınırları zorlayabilecek denli yürekli olamayacağımın ayrımına bir kez daha varacaktım. Doğup büyüdüğüm topraklarla dil dünyamın ve bir zamanlar terketmek istediğim insanların hasretine savaşımın bir yerinde dayanamamış olmalıydım. Fırtınasız ilişkilerin olabileceğine de inanıyordum üstüne üstlük. Ne büyük çıkmaz…
Artık kimbilir nerede, kimbilir ne zaman demişti Gracinda, belki de bir gün Rio’da, ama yıllar, çok uzun yıllar sonra; kim, büyük yolculukları göze alma yürekliliğini gösterebileceğimiz zaman.
…
Beklenmedik bir rüya ve eski bir mektup aracılığıyla anımsamaya çalıştığım Gracinda’ysa büyük bir olasılıkla bu mektubu ve bir zamanlar yaşadıklarımızı unutmuş olarak dünyanın bir yerlerinde bambaşka özlemlerin peşinden koşuyor olmalı.
…
Ama bütün bunları sizlere neden anlattığımı inanın halâ bilemiyorum. Bildiğim tek şey seneler senesi içimde büyük bir baskıyla gizlemeye çalıştığım açmazları şimdilerde çok daha kolay bir şekilde dışa vuruyor olduğum. Bu da kimi acıların insan hayatının gündeminden er ya da geç kalkabileceğini kanıtlıyor. Bir ilerleme mi, yoksa bir gerileme mi bu? Sanırım bunu da zaman gösterecek. Ama sonuç ne olursa olsun hep bir yerlerde kaldığımızı, kendi hayaletimizce kovalandığımızı ve tüm çabalarımıza karşın bireysel serüvenimizde sürekli olarak bir sürgünü ve tutsaklığı yaşamaya zorunlu olduğumuzu hiç unutmamamız gerekiyor. Gerisi boş laf.
İstanbul 1988-1989 (Sayfa 29 … 32)
…
Sonra birden o koskoca eski sokakta, kendimi bu apartman dairelerinden birine bir kez daha koyabilirim dedim. Sonra başka suskunlukları, yan çizmeleri, yalnızlık temrinlerini, eksik cinsellikleri, hayali aşkları, zorunlu topluluklarda bir yama gibi olmaları, küçük utanmaları anımsadım. Cumartesi akşamları Kent Sinemasına yalnızca filmler için mi gidilirdi? Bir başka hayal perdesi değil miydi o Kervan Sineması? Sonra o koskoca sokakta, o apartmanların birinde bir akşam kızıllığını anımsayabilirim dedim. Plaklar Arasında programı akşam galiba yedide başlayacaktı. Şarkılar, yaşantılar: Aydınlıktan bir kızarış, balık kokusu geliyor o anda. Türkan Şoray’ın yeni filmini kaçırmayalım diyor Madam Matilda, ihtiyar Madam Eleni’yse mutfakta çırılçıplak dolaşıyor; ben bundan çok korkuyorum. Susuyorum sonra. Oysa o günlerin bende kalan, hep gelişen hikayesini ne de çok anlatmak istemiştim. Kaçıyorum ama geçmişimden ve hep yanıbaşımda gezinen hayaletimden. Kendimden, yenilgilerimden, bazı insanlarla karşı karşıya kalmaktan kaçıyorum. (Sayfa 33)