BAKTIKÇA – Soru/yorum – A. Kemal KAŞKAR –
Cumhuriyetimiz 35 yaşındaymış ben doğduğum yıl. Sonraki yıllarda birlikte büyüdük O’nunla. Bir mücadele de büyüdü elbette tarih içinde: O’nu muhafaza ve müdafaa mücadelesinin, toplumcu eksende ve yönde büyütülmek istendiği bir mücadeledir bu. Her tarihsel mücadelenin tarihin yol tercihlerini, yani rotasını oluşturup olgunlaştırma anlamında iradi müdahaleler olduğu ise açık … Bu anlamda bir yüksek mücadelenin parçası olma duygu-düşüncesinin, O’nunla büyüdüğüm ilk yıllarda içimde bir yerlerde, aklımda, yüreğimde büyüdüğünü de belirtmeme gerek yok sanırım. Ve benim için en kayda değer kilometre taşı, O’nun 50’nci yaşıdır.
O’nun 50’nci yaşgününü çok büyük bir gururla, mutlulukla anımsarım. İzmir Atatürk Lisesi’ne henüz başladığım o günlerde okulumuzu temsilen ‘Kordon’da gururla yürüyen grubun içinde olmak, benim için yepyeni bir tarihsel dönem ve dolayısıyla ‘tarihsel görev’ farkındalığı yaratacaktır…
Pazar günü 100’üncü yaşını kutlayacağımız Cumhuriyetimize 65 yıldır bu farkındalıkla yoldaşlık ediyorum.
Kendimi, ‘Ey Türk Gençliği’ olarak ülkemin istiklalini ve cumhuriyetimizi müdafaa etme sorumluluğu ile vazifeli saydığım ilk günden bugünlere, gençlik yıllarım bir hayli gerilerde kalmış olsa da halâ, vazifeye atılmak için, içinde bulunduğum vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeden, bu imkân ve şerait, çok namüsait bir mahiyette tezahür etse bile, hep her şeyi göze alanlarla, yolundan asla dönmeyenlerle, emanete hıyanet etmeyenlerle birlikte oldum.
Tarih bu! Kendisine yön verme mücadelelerinin tozu dumanı içindeki müdahaleci iradelerle ilişkisinde, o iradelerin haklı olup olmamasıyla değil güçlü olup olmamasıyla çiziyor rotasını. Elbette bunun, bir ‘bileşke rota’ olduğunun altını özellikle çizmeliyim. Bir ‘tarihsel irade’nin gücü her tarihsel dönemde aynı olamayabiliyor. Ama her tarihsel irade, gücü ölçüsünde ‘tarihin bileşke rotası’nın bileşenlerinden biri olarak az-çok etkili olabiliyor. Dolayısıyla Cumhuriyetimizin tarih içindeki ilk yüz yıllık yolculuğunda gelinen noktayı olumlamam mümkün değil. Tüm tarihsel-toplumsal iradelerin mücadele ve müdahaleleri önümüzdeki yüzyılda da sürecek, sürecek … Benim birlikte olmayı tercih ettiğim geniş tarihsel-toplumsal irade, aile de, Cumhuriyetimizin, ikinci yüzyılındaki yürüyüşünü devrimci yolda sürdürmesi için mücadele etmeyi sürdürecek …
100 yıl. Uzun zaman. İlerlerde bir zaman düşlediğim dünya içinde ona yakışan bir Cumhuriyet ile ilgili duygu ve düşüncelerimi bir güzel özetledikten sonra siz sevgili okur-yazarlarımı 22 yıl kadar geriye götüreceğim. Çünkü, Cumhuriyetimizin 100’üncü yılını, Milas ÖNDER Gazetesi’ndeki ‘soru/yorum’ adlı köşemde 30 Ekim 2001 Salı günlü 3447’nci sayısında yayınlanan “Pişman değilim!” başlıklı yazımla karşılamak istedim.
O tarihte 78’inci yılındaymış Cumhuriyet.
“Yaşasın Cumhuriyet!”
“Pişman değilim!”*
Yıllardan beridir, hep bi’ yerlerinde, Atatürk’ün “Ey Türk Gençliği!” diye başlayan seslenişini anımsatan konuşmalar sizi rahatsız eder mi, etmez mi?
‘Son yıllarda, Cumhuriyet Bayramı kutlamalarının, 10’uncu Yıl Marşı’na takılıp kalmış olması, 78’inci Yıl’da durumumuzu, kabak gibi orta yere seren ciddi bir delildir’ desem, ne anlarsınız?
Bu fotoğrafı, sorgulama gereği duyduğum tarihsel sürece ilişkin iyi niyetimin delili olarak sunuyorum.
Cumhuriyet’in emanet edildiği “Ey Türk Gençliği”ni yaş ortalaması açısından ne zaman geride bırakmış olduğum konusunu kurcalamaksızın, yayınladığım fotoğrafla yetininiz. (Kendisinin haberi yok ama, sanırım ağabeyim Kenan da böyle düşünüyordur.)
Fotoğraftan anlaşıldığına göre; 1966 yılının 29 Ekim günü de, dünkü gibi, güneşli bir günmüş. “Hastaneler, Fabrikalar, Binalar, Barajlar, Yollar Yaptık” övüncü içinde ve “Yaşasın Cumhuriyet” kararlılığı ile, şüphesiz ki, mutlu bir fotoğraftır bu. Ama ötesi de var. Bu fotoğraf, bir başlangıçtır da. “Ey Türk Gençliği” adresine yönelişte, ciddi bir kilometre taşıdır. Sonraki yıllarda, tıpkı dün olduğu gibi, törenler törenleri kovalamış ve o günden düne dek, tam 35 yıl geçmiştir.
“Zaman ne çabuk geçip gitmiş” şeklinde özetlenebilecek yakınmacı ortayaşlılık tuzağına düşmemeye özen göstererek sürdürüyorum…
Ben de “Yaşasın Cumhuriyet” dedim. Evet! Pişman değilim. Ama bu Cumhuriyetin yaşam biçiminden hoşnut da değilim. Bu Cumhuriyet o Cumhuriyet mi? Bu Cumhuriyet hangisi? Ne zamandan beri? Gençliğe emanet edilen cumhuriyete, gençlik ne zaman sahip çıkabilmiş? Sonra sonra, sinsi sinsi, gençliğe neler yapılmış? “O gençlik”, genç yaşlarında aramızdan mı alınmış, dönülmez ufuklara mı gönderilmiş ya da “gençlik”ten emekli mi edilmiş? Ben, “Yaşasın Cumhuriyet” demeden önce, bana ilk yalanı kim, ne zaman söylemiş? Yine bir bayram töreninde mi yoksa? ‘Yok’tan var edilmiş Cumhuriyet’in, yok ediliş sürecine ne zaman girilmiş? …
Fotoğrafım bunları soruyor.
Soruyorum: Neden yalanlarla avunmaya çalışıyoruz ki? Yitirilen zamanlara, yeni yeni yitik zamanlar eklemekten ibaret bir gelecekte, daha ne kadar zaman aldatılmaya tahammül edeceğiz? Yalanın egemenliğine ne zaman dur diyeceğiz? Tarih bizi daha ne kadar bekleyecek?
Fotoğraftaki içtenliğimize dikkat ediniz. Yüzlerimize, gözlerimize, ellerimize, papyonlarımıza, kısacık pantolonlarımıza bakınız… İçimizde bir kötülük olmadığını göreceksiniz.
Fotoğraftan 35 yıl sonra, sadece o içtenliğimizden pişmanlık duymadığımı duyurmak için yazıyorum… Bir de yıllardır; “Ey Türk Gençliği”ne ‘birinci vazife’sinin anımsatılmasındaki içtenliksizliği…
Ve halâ, “Ey vatan, gözyaşların dinsin, yetiştik çünkü biz”i bekliyor tarih…
(* Bu yazımda, ağabeyimle birlikte Şirinyer’deki evimizin bahçesindeki fotoğrafımı paylaşmıştım. Bugünkü buluşmamıza, o fotoğrafın yanında, aynı dövizi taşıdığım bir başka fotoğrafımı daha paylaşıyorum. Sevgiyle …)
Anayasa Mahkemesi ‘hak ihlali var’ dedi!
Türkiye İşçi Partisi Hatay Milletvekili Can Atalay’ın yaptığı bireysel başvuruyla ilgili olarak Anayasa Mahkemesi ‘hak ihlali var’ kararı verdi.
Bu gelişmeyi, hiç yoruma girmeden mutlulukla duyuruyor ve Can’ın bir an önce cezaevinden çıkıp Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki çalışmalarına başlaması yönündeki dilek ve temenniyi bir de bu sayfada yineliyorum.