BAKTIKÇA … – soru/yorum – A. Kemal KAŞKAR –
Yağmurları çok özlüyoruz. Sadece yağmur yağıyor diye mutlu oluyoruz.
Yazacaklarıma, başta ‘depremzede vatandaşlarımız’ olmak üzere başını sokacak bir yeri olmayanlar için ya da onların da işine yarayacak anlamlar yüklemek çok zor, biliyorum. Ama hep her şeyi kapsayacak kadar genişlikte yazamıyor insan. Bugün yazamadıklarımı, zamanın, bizi, içimizi daraltan hallerden kurtaran bir yerinde bekletmiş olayım. Örneğin selleri … Çünkü ille de ‘ölümler’ yazdırıyor bugün bana yine … Bir uçtan bir uca boylu boyunca ölüm yine yazıp yazamadıklarım … İnsan, zaman zaman başka başka şeyler yazmak istiyor istemesine ama içinden akan bir şeyler gibi bazen yazmak. Akıp gidiyor yaşam. Su gibi bir şey mi bu? Yoksa yağmur mu? … Evet evet yağmur. En iyisi yağmur.
…
Gözüm yaprak döken ağaçlarda bir süredir. Nedense onlardan ayıramıyorum gözlerimi her yıl bu zamanlarda … Bir yılın daha sonuna gidiyoruz yine adım adım. Kalan, Kasım’ın birazı ve bir de Aralık, hepsi hepsi. Yine doğumlar, ölümler ve renkleri onların. Renkler, ille de renkler. O renkler ki dünya. Durup dururken “nereden nereye” diye düşündürten de onlar. “İyi ki varsın” dedirten de… Gözlerimizde “seni gördüm daha iyi oldum” ışıltıları onlardan yansıyor aslında, bunu biliyor olmalısınız. Aksi düşünülemez.
Kucaklaşmakta da varlar. Vedalaşmakta da. “İyi günde kötü günde” deriz ya, nerden biliriz dersiniz günün iyisini kötüsünü? Elbette ki renginden …
Birinin bir konuda kendini saklamasına “hiç renk vermedi” derken bile orada bir renkten konuşuyoruzdur. Sözün özü: Renk her yerdedir, her şeydedir. Onsuz herhangi bir yer ya da herhangi bir şey yoktur. ‘Yok’un da rengi vardır. ‘Var’ın da … Susuzluğun, huysuzluğun, suskunluğun, taşkınlığın, şaşkınlığın, … her şeyin.
…
‘Yaprak döken ağaçlar’ diyordum. Oradayım yine. Yılın o anındayım. ‘Onca yaprak ne ara sarardı’ sorusunda hüzünlerim olduğu kadar coşkularım da var. Ulaşılmak istenen yerler, nefes nefese. Ulaşabilene ‘aşk olsun’ derler. Aşk hep olmuştur; olur. Baharlar arası bir koşudur çünkü dünya. Bu nedenle onlardan birine ‘son’ diğerine ‘ilk’ diyoruz. Hiçbir ‘son’u birbaşına bırakmaya gelmez çünkü. Yanıbaşında ille de bir ‘ilk’ olmalı. En iyisi budur. Onlarla hep göz göze ve soluk soluğa: İlk’le ve Son’la çok iyi tanırız birbirimizi. Kaç yıllardır böyledir bu. Yorulmak bilmez bir gidişat! Tanımak şart, “tanımamak” olanaksız. Görmezden gelemezsiniz. Gözünüzü kaçıramazsınız. Herşey değişse bile o değişmez. İnsan, insanı da mevsimi de gözlerinden tanır. Her şey ne kadar değişirse değişsin böyledir bu, gözler değişimle ilgilenmez. İnsanlar için de mevsimler için de böyledir bu …
Mevsimlerin gözlerinin içine içine bakın. Yapraklara bakın. Yaklaşıp tek tek de bakabilirsiniz. Birkaç adım gerileyip dallara da … Birkaç adım geridedir ağaç, bakabilirsiniz ona da. Hepsi bakmaktır, hepsi görkemli gelir gözlerinize. Yapraklar da dallar da ağaçlar da, hepsi. Ama göz şarttır. İlle de gözler. Rengarenk gözler.
…
İnsan uykudan neden uyanır? Elbette gözlerdir bizi yaşatan.
Soğuğun olduğu kadar sıcağın da rengi vardır örneğin. İşte o renkler de gözleridir sıcağın ve soğuğun.
Uyumak, ancak gözlerin kapatılmasıyla mümkündür. Uyumak, renklerden uzaklaştığınızda mümkündür. Başka türlüsü mümkün değil. Her şeyin bir rengi var. Renksiz diye bir şey yoktur. ‘Soluk’ da olsa renk vardır ille de. ‘Soluk’ şarttır. Soluksuz olunca yaşam da olmaz; malûm …
…
Dünyaya yağmurun gözlerinden bakmaya çalışın. Çok umutlu bir bakıştır bu. Her şeyden önce, sadece yağmur sonrası gökyüzündeki renk kuşağını düşünseniz bile ‘rengarenktir’. Rengarenk her şey demektir. ‘Her şey’ demekse ‘dünya kadar olmak’tır. Bir mutluluk cümlesi olarak “dünyalar benim oldu” tam da budur. Çok büyük mutluluktur. Yağmur işte böyle birşeydir. Akıştır. Akıp gitmektir. Tüy kadar hafifleten de odur, kuş kadar yükseklere çıksanız da olur onunla. Onsuz olmaz. Bazı bazı felaketler olmaz mı, olur. Sel olur. Yıkar geçer, sürükler, dağıtır. Yaşam kadar. Daha az ya da daha çok değil. Tıpkı yaşam kadar. Her şey bir aradadır onda da. İstesek de istemesek de. ‘Ne çare!’ çaresizliği de çare arayışlarımızın içindedir. ‘Olmasa’ diye dileklerimiz gerçekleşmediğinde, olup bitenlerin dileklerimizi tüketmediği gibidir yağan yağmurlar. ‘Dünya ıslandıkça güzeldir’ dedirtecek kadar büyüktür verdiği heyecanlar. İyi-kötü dediğimiz her ne varsa böyledir. Gözleriniz böyle böyle dolabilir. Yüzünüzde sadece gözlerinizdir yağmur. Yağmur gözlerinizden başkası değildir. Size en iyi gelen de, size, kendinizi iyi hissettiren de budur: Yağmur sizsiniz aslında. Onu başka biriymiş gibi, başka bir şeymiş gibi göremezsiniz. Sararan bir yaprak ya da düşen bir yaprak, yapraksız kalmış koca bir dal, yapayalnız bir ağaç gövdesi, bunların hepsi aynı şeydir. Hepsi yağmurdur bunların. Gözünüzü kırpmak kadar zahmetsiz yağarlar. Peşpeşe gözlerinizin önünde yağar durur hepsi. Islatırlar sizi. Sizin için, iyiliğiniz içindir hepsi.
…
Hava kararıyor.
Yağmur gece boyunca sürecek. Dünya sürecek.
Sabah geldiğinde bir bakacaksınız güneş. O da yağmur. Herşey yağmur. Kabul etmeyebilirsiniz. Sizin kabul edip etmemenizle ilgili olmayan bir yağmurdur güneş de …
Melih Cevdet Anday, “Bir teknenin Ölümü” adlı şiirinde diyor ki:
“… Ölünce ne yapsak sabah oluruz …”
İşte tam da bunu anlatmak istedim.
Metin Uca’ya veda etmeye çalıştım. Ama … İnsan, zaman zaman başka başka şeyler yazmak isterken yazabildiklerine razı oluyor. Benim anlatmaya çalıştıklarımı gördüğünüzü umuyorum. Olmadı, yağmuru dinleyin. Evet evet yağmuru. En iyisi yağmur, en iyi o anlatır …
Bozyapboz…
İkizköy’de 24 Temmuz 2023 tarihinden bu yana, tüm haklı karşı duruşlara, hep hukuk içindeki direnişlere rağmen ‘buralardan ille de kömür çıkaracağız’ diye denile, ‘Akbelen Ormanı’na karşı adım adım sürdürülen yok etme süreci, bölgede her şeye rağmen yaşamını sürdürmekte ısrarlı vatandaşların evlerinin, zeytinliklerinin dibinde ‘dinamitler patlatılması’ noktasına vardırılmış bulunuyor; ne yazık ki …
Bir yanda bunlar olurken, öte yandan da YK Enerji, Türkiye Tabiatını Koruma Derneği işbirliği ile ‘eski maden sahaları’nı yani kömürü alınmış alanları rehabilite etme projesi başlatıyor.
Bu durum “Türkiye Tabiatını Koruma” yönünde bir duyarlılık ise, bu duyarlılığın kazanılmasında Akbelen Direnişi’nin çok büyük bir rolü olduğunun da kabul edilmesi gerekiyor bence.
Eğer öyleyse, “Türkiye Tabiatını Korumak” için Akbelen’den kömür çıkarma ısrarından ve termik santrallerden neden bir türlü vazgeçilemez?
Sevgili ülkemde, doğanın önce bozulup sonra yapılabilecek bir şey olmadığı ne zaman anlaşılabilecek dersiniz!
Bunun için başımıza daha da neler neler gelmesini bekleyeceksiniz?