BAKTIKÇA – soru/yorum – A. Kemal KAŞKAR –
Yazsam mı yazmasam mı?
İçimden akıp giden cümleleri derleyip toplayamadım bir süredir.
Bıraktım peşlerini ne halleri varsa görsünler … Gördüler mi? Görebilirler mi?
Öldüler mi yoksa onlar da … Geri dönülemez yerlerdeler mi?
Peki ama ‘geri dönülemez yerler’ nereler? Arasam, sorsam şuralar buralar bulunabilirler mi nereler?
Dönüp dolaşıp yine aynı yer: ‘Yazsam mı yazmasam mı’, ne yapsam?
…
Gözlerimizin önünde oluyor her şey. Görüyoruz. Kulaklarımızla da duyuyoruz üstelik. Elimizi uzatsak dokunmamız bile mümkün.Tanığıyız her şeyin. Üstelik, tanıklıklarımızın birçoğu için gözlerimizin dolup dolup boşaldığı bile oluyor. İçimizi boşaltabiliyor muyuz yeterince? Ağlamakla ne kadar boşaltabilir insan içini? Bir insanın içi ne kadar dolabilir? Hiç boşaltılmasa ne kadardır kapasitesi?
Ya yazmak? İçinizi dökseniz yaza yaza, boşaltabilmiş olur musunuz içinizi? Ne kadar?
Ne güzel özetlemiş İlhan Berk:
“Sana içimi döksem
Beraber toplar mıyız?” diyerek.
…
Geçip giden bir aydır, birazı Abimsizlikten birazı da ağır bir grip (bazı yorumlara göre ‘yeni corona’) yüzünden uğrayamadım buralara. Şu anda bile kimbilir kaç günde bitirebileceğim, belki de bitiremeyip “bilgisaray”ımın ekranında: “Gün yüzüne çıkmamış” dosyasına gömülecek bir yazıya başlamış bulunuyorum.
Bu nedenle şu yaptığıma ‘başlamak’ değil de ‘heves etmek’ desem daha doğru olacak sanki!*
Her ne ise ne ama çok dolduğum kesin. ‘Şiştim’ adeta. Patlasam patlarım, o derece yani. Önümüz Kasım. Kasımpatları gelmeye başladı. Ama ben patlamamalıyım. Dökmeliyim içimi size. Yıllardır hep yaptığım gibi. Dertleşmek bir bakıma. “Nasılsın?” sorusuna içtenlikle: “Seni gördüm daha iyi oldum” yanıtı vermek gibi anlamlı. ‘Dertlenip durmak’tan iyidir dertleşmek. Çıkar gidersin çaresiz çıkmaz yollardan. Yol alırsın. Yolda olmak iyidir. Yolculuk hep iyi gelmiştir insana. Sanki bütün dünya geride kalmış da sen hep en ileride ‘tarihin takdiri’ni kazana kazana çoğala çoğala gidersin. Bir başına da değil elbette, ille ‘yoldaşlık’ da olur her yolculukta. Uzun olur kısa olur ama mutlaka olur yoldaşlık. Yoldaşlıkların da belli bir kapasitesi vardır elbette;kimisi kısa süre yanıp sönen ışık olur aydınlık, kimisi de acil durumlarda siren sesidir, yol açar, ulaştırır, hayat kurtarır. Bazısı da ölümsüzdür. Tarih, yoldakilerin tesadüfen buluştukları bir yerdir de. Hepsi yoldaşlıktır. Hepsi tarihe dahildir. Aslolan fark etmektir. Görüp duyarak, bilip duyumsayıp dokunup severek … Seve seve kendini feda ederek. Bunu göze alarak. Bağıra bağıra söyleyerek. Vazgeçmeden yürüyerek. Hatta ve hatta: Gözlerden ırak evlerde görünmeden, usul usul …
…
Aynı şeyleri yazmış olacağım belki ama olsun. Yazmalıyım.
Kötülük işbaşında. Başedebilmek giderek zorlaşsa da yüzleşe yüzleşe varabileceğiz bizden sonralara.
“Nasıl olmuş da bunca yükü biriktirmişiz yıllardır” diye şaşmadan, yılgınlaşmadan varabileceğiz.
‘Sonralar’ dediğim ‘göz açıp kapayasıya’ gelecek. Zaman hep dar, zaman hep ‘kaldığı kadar’. Bu azaltır mı sorumluluklarımızı? Yoksa herkes yine yanındakini sorumlu olarak görüp gösterip kapatacak mı gözlerini?
“Ne fark eder?” diye sorarsanız ve sorunuzu büyütüp “Yük taşınamayacak kadar ağırlaşmışsa, onca yükü kim taşıyacak?” derseniz ve “İstikbalim olmasa taşırdım ama …” diye diye kaybolup giderseniz, neye yararsınız? Bu durumda siz de istikbâlsizleştirilerek öleceklerden olmalısınız. Ama erken ama geç. Geçilip gidilecek dünyadan.
“Ne fark eder?” diye sorduğunuzu varsaymıştım ya: O kadar çok şey fark eder ki. Dipsiz bir uçurum kadar. Geleceksizlik uçurumundan söz ediyorum. Düşünebiliyor musunuz aradaki uçurumu?
‘İstikbâlim olmayaydı yapacağımı bilirdim ben’ diye diye, tam da Aziz Nesin’in çizdiği o karakter gibi geleceksizleşirsiniz. Sıfır.
Elde avuçta hiçbir şey kalmadıktan sonra ‘istikbâl’ neresidir tarif eder misiniz?
Edebilirseniz.
Zor. Çok zor.
Mümkün değil hatta.
Yürümeye bile mecaliniz kalmaz çünkü?
O durumda kim ‘taşın altına sokar elini’?
Hanginiz? Hangi eliniz? “Elimden gelen bu kadar” mı dediniz? Hani eliniz?
…
Kız çocukları, kadınlar, gençler, yaşlılar herkes, hepimizhükümsüzüz.
Daha anlaşılsın diye: ‘Yok hükmümüz!’ demeliyim belki.
Ağır vicdan yükü altındayız. Kalkabilecek miyiz? Yoksa ha öldü ha ölecek bir tükenişimiz mi bu? Çaresiz.
Kontrol altına alınsa da yanmış, kül olmuş bir yangın yeriyiz. Bu benzetmeye uygun muyuz sizce?
‘Hiçbir şeye benzemiyoruz artık’ desek de yeri!
Yüzsüz.
Utanmaz, sıkılmaz bir yüzsüzlük halimiz. Ne dersiniz? Çok mu acımasız oldum.
Peki ama nelere, kimlere acımalıyım? Bilemedim.
Baksanıza: Yalan dolan hoşa gider olmuş.
Ahlaksız yalanları gülen emojilerle yayıp yayıp sonra da ortadan kaybolanlar çoğalmış. Onları arasak mı? Yoksa bıraksak kaybolup gitseler mi? Cehennemin dibi …
Narin’in, gözlerimizin önündeki katillerini bulduk diyelim, peki ya diğerleri?
Yalan uçurumu bu. Soysuz soykırımlar uçurumu.
Gazze, Beyrut, Ortadoğu … Cehennem.
Bitip tükenmeden görünüz lütfen!
* İşbu yazı, dört gün boyunca gitti gitti geldi, öldü öldü dirildi ama buralara vardık neyse ki … Bilinen sözden esinlenip ‘umutsuz yazı yoktur umutsuz yazar vardır’ desem tam yeri …