BAKTIKÇA / A. Kemal KAŞKAR –
Kuşku, endişe …
İnsanlık halleri olarak içimize düşmeye görsün; her şey bir yana huzursuz, rahatsız eder insanı bu iki duygu … İnsanda tat-tuz bırakmaz, bir tür hastalık hali gelir insanın üstüne … İştahsızlık, halsizlik, tepkisizlik gibi haller … Ve bütün bunlar, az sayıda sevgili basın-yayın organında yer verilen bazı haber-yorumlardan da kaynaklanıyor, beslenip büyüyor olabilir … (Elbette sorunun basın-yayın organlarında olmadığı bir tablodur çizmeyi aşmadan çizmeye çalıştığım ….)
Hele hele bu duygu hallerimiz ‘iktidardakiler’in yapıp ettikleriyle ilgili ise etkisi çok daha büyük sancılar oluşturabiliyor.
“Ülkem nasıl bir tehdit-tehlike ile karşı karşıya? Ne(ler-neler) yapılmak isteniyor” soruları çok yakıcı etkiler gösterip yakmaya başlıyor dört bir yanı …
Buna bir tür ‘evham’ da denilebilir elbette ve bilirsiniz ‘evham’ da bitirir insanı … Ama söz konusu olan vatansa, yanılmış olmayı, gerçekten ‘evham etmiş olma’yı tercih ediyor insan … Yeter ki sevgili ülkemizin, sevgili vatandaşlarımın başını belaya sokacak bir şeyler olmasın …
Öne aldığım bu dilek ve temennilerimin ardından, kuşku-endişe yaşadığım bazı halleri kısaca not etmek istiyorum.
İlki ve son günlerde, yıllar sonra bir anda yine gündeme gelen “Kanal İstanbul Projesi” … Bazı kaynaklarda Meğer ‘kanal’ değil “Katar İstanbul”muş denmeye başlanınca … Ardından üstelik bir de ‘Montrö Antlaşması’ tartışma gündemine getirilince … Hadi bakalım gelin de kuşkulanıp endişelenmeyin …
İkinci kuşkulandıran konu, Libya’daki (diğeri Tobruk kentinde) “iki baş”tan biri olan Trablus Hükümeti ile ülkemiz arasında imzalanan ve ilkin “deniz yetki alanları sınırlandırması” olarak alkışlar arasında açıklanan belgenin esasen daha kapsamlı bir “Güvenlik ve Askeri İşbirliği Mutabakat Muhtırası” olduğunun öğrenilmesi. Bu konudaki kanun teklifinin TBMM Dışişleri Komisyonu’nda oy çokluğuyla kabul edilmesinin ardından, muhtemelen yarın TBMM genel kurulunda görüşüleceği söyleniyor … Bu teklifle, Libya’ya ‘askeri güç gönderme’ seçeneğinin de yasalaşma ihtimali var … Bu adımların atılıyor olmasında “Birleşik Devletler”in ne denli dahli olup olmadığına ilişkin ‘kuşkulandıran’ ipuçlarına dikkat çekiliyor …
Ve Ziraat Bankası’nın “Simit Dünyası” ile ilgili hamlesi … Tank-Palet fabrikasında 50 milyar dolar yatırım için Katar sermayesine başvurulmasının tercih edildiği sevgili ülkemde “500 milyon dolar” olduğu öne sürülen böyle bir tercihin yapılabilmesi, üstelik adı geçen bankanın ‘görev zararı’nın 2.9 milyar liraya ulaştığı da açıklanmışken … Ülkemde ziraat yapmaya çalışan sevgili çiftçi vatandaşlarım mazot-elektrik-gübre cenderesi içinde icra darbeleri yer iken … Siz olsanız kuşkulanmaz mısınız!? (Son gelişmeden elbette haberdarım ve ona rağmen bu bölümü özellikle çıkarmadım … Tıpkı TBMM’de ‘bazı termik santrallara iki buçuk yıl daha baca gazı arıtma yatırımı yapmama hakkı’ veren düzenlemenin kabul edilmesinin akabinde AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘vetosu’ gibi oldu yine … Öyle olduğunu ve bu gibi hallerin de ülkemiz sathında kuşku ve endişeleri büyüttüğünü şuracığa not düşmek istedim …)
Bu arada Ethem Sancak’ın iki gün önce ekrandan yaptığı açıklamalardan sonra Tank-Palet fabrikasının “işletme hakkının 25 yıllığına devri” ile ilgili kuşkuları azalan var mı?
Rusya, tarihinde ilk kez ülkemize şeker ihraç etmeye başlamış! Yani büyüyen kuşku hallerimizde ‘şeker fabrikalarının özelleştirilmesi’nin de katkısı var … Otoyollar, özelleştirilmiş şans oyunları, kapatılan hastaneler, şehir hastaneleri ve daha bir sürü şey daha …
Bunun gibi birçok irili-ufaklı ‘proje-adım-tercih’le ilgili, neden şeffaf, katılımcı-demokratik yöntemler kullanılmıyor? Vatandaşların ‘kent yönetimine katılımı’ için bir tür reçete olarak, bizzat bu iktidar tarafından yıllar yıllar önce Belediye Kanununa yapılan ekle mevzuata dahil edilen Kent Konseylerini oluşturmayan yerel yöneticiler hakkında İçişleri Bakanlığı müfettişleri neden yıllarca ‘tenkit’ raporları yazdılar peki!?
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, “Soracağız, konuşalım, tartışalım diyen yok, ‘yapacağız’ diyorlar” derken çok haklı …
İşte soru tam da burada sorulmalı: Peki ama neden sürekli olarak böyle yapıyorlar?
Kuşkusuz ki bu sorunun yanıtının tartışmasız verilebildiği an ‘Kuşkusuz Cumhuriyet’, yani ‘Katılımcı Demokratik Parlamenter bir Cumhuriyet’e doğru kayda değer bir adım atabilmiş olacağız …
kuşku girdi araya
Ali Rıza ERTAN –
Kuşku girdi araya bir kez;
Ölüm
Soğuk durur çadırları
Yıkılsa yıkılsa
İnsan,
Durmaz göğün altında.
Sarsılmaz;
Ne yerin altından,
Ne gece gündüz,
Ne de yerleri dümdüz eder
Dediğin deprem,
Daha korkunç değil:
İnsanın içindeki kıştan,
İnsanın içindeki kardan
İnsanın içindeki kandan.
Kuşku
Dondurur insanları!…
(“Kuşku Girdi Araya” /1978)
Kendimizi kutluyoruz!
Bugün, çok Sevgili Eşim, Yaşam-Yol Arkadaşım Ayşegülüm ile evliliğimizin 40’ıncı yılını tamamlayıp 41’inci yıla giriyoruz. Zaman böyle bir şey işte. Sanki her şey birdenbire yaşanmış gibi geliyor insana, ama zamanın da hakkını yememeliyiz … Ne çok gün yaşanmış düşünsenize … Biraz zaman yetse oturup tümünü anımsayıverecekmiş gibi geliyor insana … Hatta bir hayli abartıp yazası da …
Yaşadıklarımızdan, yaptıklarımızdan hiç pişmanlık duymadan, -kalan sürede- yapamadıklarımızın bazılarını belki yine yapamayız ama ‘bir gün mutlaka olacak, yapılacak, başarılacak’ diye diye yolculuğumuzu sürdüreceğiz …
Aramızdan ayrılalı yıllar yıllar olan Sevgili Babalarımız Mehmet Fahri Edirne ve Hayati Kaşkar’ı sevgiyle anıp anımsarken, Annelerimiz Suna Edirne ve Özgen Kaşkar’a, başta Çiçek ile Melih, sonradan Burçin ve Hüseyin’le artan çocuklarımız ve ille de tomurcuklarımız (yani ‘toruncuklarımız’) Efe ile Ege olmak üzere varlıklarıyla bize yıllar boyunca emek, mutluluk, omuz, cesaret, keyif veren, anlam katan sevgili ailemizin tüm üyelerine, tüm yakınlarımıza, dost ve arkadaşlarımıza teşekkürlerimizi ve elbette sevgilerimizi sunuyor, kendimizi bu vesileyle bir kez daha kutluyoruz!