Hemşehrimiz Çam Ağaçları!
Sevgili rahmetli Anne Dedem Mustafa Karaloğlu, “İzmir’in Kavakları” türkümüzü pek sever ve onu, en güzel Giritlilik haliyle ‘ı’ların üstüne koyuverdiği noktaların üzerine basa basa “İzmir’in kavaklari, Dökülür yapraklari, Bize de derler Çakici, Yakariz konaklari …” diye gülümseye gülümseye söylerdi … Çocukluğumun kalabalık ve bir o kadar da keyifli masalarından aklımda en çok kalan tablolardan biridir bu …
Geçen haftaki BAKTIKÇA’da “ODTÜ’ye selam, ODTÜ’ye sevgi …” başlıklı yazımda “ODTÜ’nün Kavakları”nın tarih içindeki yolculuğumuzda taşıdığı büyük mana ve ehemmiyete değindikten sonra bu hafta yine, bu kez hemşehrilerimiz sevgili çam ağaçlarının yakılarak öldürülmeleriyle ilgili bir şeyler yazmaya karar verince anımsadım Alsancak’taki o büyük aile soframızı …
…
Geçen hafta hava yenice kararmış bir anda Bodrum’dan Milas’a doğru seyir halindeyken, bir anda aracımın önünde yola doğru hızla yaklaşan ve farketmemle asfalta çarpması ve kıvılcımlar çıkarıp dağılması bir olan izmaritle yüreğim ağzıma geldi! Belli ki önümde giden TIR’ın şoförü sigarasını camdan atıvermişti! Karanlığın içinde ateş böceği misali uçan izmarit yola çarpıp kıvılcımlanmış ve sekerek nerelere uçuşmuştu kim bilir …
Uygun koşulları bulduğunda alın size ‘orman yangını’!
Bunu biliyorsunuz değil mi sevgili okur-yazarlarım! Kocaman bir felaket olan yüksek yüksek alevli yangınların bu kadar küçücük bir nedenle çıkabileceğini bilmeyen var mı!
Bu nasıl bir ‘rahatlıktır’ ki, yıllardır anlatıla uyarıla yaşadığımız halde, yani neler neler dense de -nedense- bir türlü vazgeçilemiyor … Arabanın içinde kendilerini ölüme götüren sigaraları içiyor olmaları bir yana, sigaranın dibine varıldığında camdan dışarı atabiliyorlar halâ … “Sigara içmeyin” uyarısını da ekleyip sürdüreyim: Madem içiyorsunuz, hiç olmazsa camdan atmayın şu mereti yahu!
Sevgili rahmetli babamın, daha önceleri de değişik vesilelerle yazmış olduğum, tam da böylesi “haller” için söylediği şu atasözümü yinelemek durumundayım:
“Rahatlıktır ama EŞEKLİKTİR!” …
…
İlimiz Muğla’da geçen hafta yine yüzlerce hektar ormanımız öldürüldü! Çamlarımız -ki onlar bizim çok değerli hemşehrilerimizdir- cayır cayır yakıldılar … Ve peşpeşe felaket haberleri eşliğinde orman yangınlarının çıkış nedenleri ile ilgili ‘istatistik bilgiler’ de verilmeye başlandı …
Neden çıkıyormuş?
Orman Genel Müdürlüğü’nden edinilen verilere göre, ülkemizde meydana gelen orman yangınlarının çıkış nedenlerinin % 92’si insan kaynaklıymış. Bu % 92’nin içindeki neden dağılımı ise şöyleymiş:
İhmal ve dikkatsizlik % 58, Sebebi bilinmeyen % 21, Kasıt % 13!
Orman yangınlarına neden olan ‘ihmal ve dikkatsizlik’ şöyle ayrıntılandırılmış:
-Ormanda güvenlik tedbiri almadan ateş yakmak.
-Yakılan ateşi söndürmeden bırakmak. Özellikle mangal için yakılan ateşin söndürülmeden bırakılması.
-Sönmemiş sigara izmariti ve kibriti yere atmak.
-Orman içinde veya bitişiğindeki tarlalarda istenmeyen otları veya tarla anızını yakmak.
-Gece aydınlatma için ormanda ateşle dolaşmak.
-Cam ve cam kırıklarını ormanda bırakmak.
-Çocukların orman içinde ateşle oynamaları.
-Eğlence veya gösteri için ormanda ateş yakılması …
Ya ‘Kasıt’tan kastedilen?
-Orman içinde veya bitişiğindeki tarla veya otlakları genişletmek.
-Orman içinde yapılan kanunsuz işleri gizlemek.
-Yabani hayvanları uzaklaştırmak.
-İş ve çıkar elde etmek …
…
Kasten ya da değil?! …
Bir orman kasten yakılsa ya da karayolunda seyir halindeki bir aracın içinden atılan sigara izmariti ya da mangal ateşi yüzünden yanmaya başlamış olsa ne fark eder Allah aşkına?
Hareketlerinin olası sonuçlarını düşünemeyen ya da hareketlerinin sonuçlarıyla hiç mi hiç ilgilenmeyen birilerinin ‘ihmalkâr’ ya da ‘dikkatsiz’ olarak adlandırılması ‘çok hafif’ gelmiyor mu size de!?
Buna ‘ihmal ve dikkatsizlik’ demeyi sürdürecek miyiz halâ!?
Yıllardır ormanlarımızın yakıla yakıla kül edilip öldürüldüğünü göre göre halâ daha araçlarından izmarit atanların ya da üç kuruşluk ızgara keyfi için yaktıkları ateşi arkalarına bakmaksızın terkedip gidenlerin sebep oldukları felaketlerin ‘ihmâl’ ya da ‘dikkatsizlik’le açıklanabilmesi mümkün değildir!
Son dönemde nedenlerinin daha bir çeşitlendiği iddia olunan ‘taammüden’ (bilinçli bir biçimde, önceden düşünüp tasarlayarak, bilerek, isteyerek, planlayarak) orman yangını çıkarma suçu ne denli ‘ağır suç’sa, ‘ihmal ve dikkatsizlik’ler de en az o kadar ‘ağır suç’tur!
Bakanın can yakıcı ‘can anlayışı’!
Sevgili ormanlarımızı çok seviyor, “Tohumlar fidana, fidanlar ağaca, ağaçlar ormana dönmeli yurdumda / Yuvadır kuşlara örtüdür toprağa can verir doğaya ormanlar yurdumda / Bir tek dal kırmadan ormansız kalmadan her insan bir fidan dikmeli yurdumda” diye şarkılar söylüyoruz çocukluğumuzdan beri …
Ormanlarımız için ‘canımız-ciğerimiz’ diyor, lafa gelince onları ne denli önemsediğimizi anlata anlata bitiremiyor, “Ülkemin dört yanı olsun ormanlık, koru / Türkiye’yi temiz tut, yeşili koru’ diye nasihatlere, “Ormanı bekçi değil sevgi korur”, “Yaktığın ateşi gözyaşlarınla söndüremezsin” gibi özlü sözlere bayılıyor; ormanlar olmazsa nefessiz kalarak ölüvereceğimizi söyleyebiliyoruz. Yani o derece ki, orman demek biz demek, biz demek orman demek irtifasına çıkabiliyoruz …
Bu koşullarda, özetlemeye çalıştığımız duygu ve düşünce ezberlerimizle mutlu-mesut yaşadığımız sevgili ülkemizde Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli, Dalaman-Göcek bölgesinde 350 hektar ormanlık alanı kül eden yangınla ilgili olarak yaptığı açıklamada, “Can ve mal kaybımız yok. Ama tabii ki bizi üzen; ağaçlarımızı, bitki örtüsünü kaybetmiş olmamız. Bazı teleflerimizin olduğunu varsayıyoruz. Tek üzüntümüz budur” demiş.
Her ne kadar Sayın Bakanın ne demek istediği pek anlaşılamıyorsa da, kendilerinin ‘can ufku’nun bir hayli dar olduğu anlaşılıyor … Sözlerine “Can ve mal kaybımız yok” diye başlayıp “Ama tabii ki bizi üzen; ağaçlarımızı, bitki örtüsünü kaybetmiş olmamız. Bazı teleflerimizin olduğunu varsayıyoruz” diye sürdürebiliyor …
‘Ağaçlarımızı, bitki örtüsünü kaybetmişiz, bazı teleflerimiz olmuş’ ama ‘can kaybı’ yokmuş …
“Cana gelmesin mala gelsin” diye sözüm ona bir rahatlatma sözümüz vardır ya, sayın Bakan orada ‘mal’ dediğimiz kategoriye de dahil etmemiş “ağaçları, endemik bitkileri ve yaban hayatı”nı … (İyi de yapmış ama …)
Can dediği insanın canı, mal dediği de insanın mülk edinmiş olduklarıyla (yani evler, arsalar, arabalar, işyerleri gibi ‘insana ait taşınır taşınmaz menkûller ve gayrı menkullerle) sınırlı …
Bakan Pakdemirli’ye göre ağaçların, endemik bitkilerin, kuşların, böceklerin, kelebeklerin, kaplumbağaların, ineklerin, keçilerin, koyunların canı can değil …
Pakdemirli’nin dünyaya-doğaya bu algıyla bakan bir bakan olduğu anlaşılıyor …
Bu bakışın da sevgili doğamız için ne denli büyük bir tehdit olduğunu, oluşturduğunu ayrıca açıklamaya gerek kalmıyor …
Davet
Nazım HİKMET –
Dörtnala gelip Uzak Asya’dan
Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan
bu memleket bizim.
Bilekler kan içinde dişler kenetli, ayaklar çıplak
ve ipek bir halıya benzeyen toprak,
bu cehennem bu cennet bizim.
Kapansın el kapıları bir daha açılmasın,
yok edin insanın insana kulluğunu,
bu dâvet bizim …
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşcesine,
bu hasret bizim …