Yılmaz Kaya AYLANÇ
Yılmaz Kaya AYLANÇ, yazılarıyla BAKIŞ’ta … Sayın AYLANÇ’a, BAKIŞ’a hoş geldiniz diyor, teşekkürlerimizi sunarak gazetemizdeki ilk yazısını yayınlıyoruz …
Ülkemizin kuruluşu tam bir destandır. Onca badireler, savaşlar, ekonomik sorunlar, kapitülasyonlardan sonra tam bir parçalanmışlık ve yok oluş. En önemli nedenlerinden biri ise yönetim zafiyeti.
Sonra ne oldu? Bir lider çıktı ve halkın kaderi değişti. Emperyalistlere karşı yokluk içinde verilen bağımsızlık savaşı, sonrasında verilen ekonomik savaş ve dünyanın saygıyla baktığı bağımsız bir devlet.
Bu kadar kolay yazılmasına bakmayın, nasıl kazanıldığını NUTUK adlı yapıtında günler süren söylemiyle milletine TBMM’nde anlatıyor Atatürk. Hiçbir şeyin kolay olmadığını, yaşanan sıkıntıları ve nasıl kazanıldığını.
Ülkeyi işgal eden emperyalist devletler, onların uşaklığını yapan küçük devletler, içeride arkadan vurmaya kalkan hainler, yokluk ve hastalık içinde yıllarca savaşmaktan yorgun düşmüş halk.
Kendi için değil halkı için her şeyi yapan, yaparken halkına hesap vermeyi ihmal etmeyen ve bu nedenle devleti kurmadan Meclisi kuran ve yetkileri halk adına ondan almayı bilen bir lider.
Neden tüm dünyanın saygısını kazandığını bu cümleden bile anlıyorsunuz.
Tüm bu yokluklar ve yorulmuşluklar içinde hasta bir ümmetten, ülkesi ile gurur duyan vatandaşlar yaratmak o kadar kolay olmadı tabii ki.
Okuma yazma bilmeyen, tarımı en ilkel metodlar ile yapmaya çalışan, değerli her şeyi yabancılara ait olan, saltanatın bıraktığı borçların içinden sadece bağımsız bir devlet değil, on yılda baştan yaratılan bir devlet kurmayı da başardı.
Şimdilerde sata sata bitiremediğimiz fabrikaları, yabancıların elinden geri aldığı madenleri ve işletmeleri, üzerine eklediği onca yatırım.
Çok az okuma yazma bilen vatandaşı harf devrimi sonrasında başlattığı okuma yazma seferberliği ile az zamanda okur yazar yapmak, ülke yönetiminde o güne kadar hiç söz sahibi olmamış vatandaşı seçen-seçilen haline getirmek, günümüzde bile öldürülen, recm edilen, eve kapatılmaya çalışan kadına erkek ile aynı hakları vermek en az savaşmak kadar önemli ve hatta ondan daha önemli kazanımlar değil mi?
Öyle ki bugün kendisine her seviyeden hakaret edilen, edilmesine izin verilen kurucumuz, bilinmelidir ki vatandaşların önemli bir kısmının kalbinde hiç yok edilmeyecek yerdedir. Ve bu sevgi karşılıksız, gönülden verilen, karşılığı beklenmeyen çok değerli bir sevgidir.
Bugün halâ ülkemizi kurarken yaptığı öngörülerin geçerliliğini, gösterdiği hedeflerin doğruluğunu görmekte ve yaşamaktayız. Ne zaman ki gösterdiği yoldan saptığımızda başımıza neler geldiğini de yine görmek ve yaşamaktayız.
Karanlığın en koyu zamanlarında bir güneş gibi bu ülkenin üstüne doğmuş ve doğmaya devam edecektir.
Ülkemiz yine o karanlık dönemlerinden birini yaşamaktadır. Öyle ki Taliban için, “inançlarımız açısından çok farklı değiliz” diyebilen bir yönetimin Amerikan’ın istekleri doğrultusunda, TBMM’ni devre dışı bırakarak bazı sözler verdiği iddia edilmektedir …
Sınırlarımızdan giren yabancıların sayısını, kimi yerde beş milyon, kimi yerde yedi milyon olarak ifade eden kurum ve kişiler bulunmakta. Ülkeyi yönetenler “kuş uçsa haberimiz olur” dedikleri anda ana karayolu kenarında yüzlerce Afgan vatandaşının elini konulunu sallayarak yürümekte olduğunu televizyonlarda hep birlikte izlemekteyiz. Gözüme mi duyduklarıma mı inanayım deriz ya!
Oysa sınır, bir ülkenin namusu değil midir?
Ha! Sırası gelmişken aklıma geldi, geçen ay hepimizin yüreğini yakan büyük yangınlar sırasında da orman bakanının “ormanlarda çakmak çakılsa haberimiz olur” dediğini anımsıyorum. Ve tabii acı acı gülümsüyorum.
Neyse yine konumuza dönelim.
Bu ülke çok zor şartlarda kuruldu!
Ülkemizin, büyük lider Mustafa Kemal Atatürk tarafından yönetilen ve binlerce vatandaşının şehit olduğu bir süreçten sonra kurulduğunu bir kez daha anımsatmak isterim. Ülkemizin geleceği için karar verenlerin bir değil birçok kez düşünerek karar vermeleri gerekmektedir.
Yanlış kararların ülkemize vereceği zararların telafisi imkansız olabilir.
19 Mayıs 1919’da Atatürk’ün Samsun’a çıkmasıyla başlayan Kurtuluş Savaşımız, 26 Ağustos 1922 tarihinde büyük taarruzla sürüp 30 Ağustos 1922 tarihinde Başkomutanlık Meydan Savaşı ile düşman yok edilerek zaferle tamamlandı.
“Ordular İlk Hedefiniz Akdeniz’dir İleri” diyen Mustafa Kemal Atatürk’ün emriyle ordularımız 9 Eylül 1922 tarihinde İzmir’de düşmanı denize dökerek ülkemizi düşman işgalinden kurtardı.
İlk olarak 11 Ekim 1922 Mudanya antlaşması İngilizlerin isteği ile İngiltere, Fransa ve İtalya’nın katılımı ile yapıldı ve ateşkes imzalandı. Fiili savaş bitmişti. Lozan Antlaşmasının imzalanması ile de resmen Kurtuluş Savaşı bitti.
Peki, düşman yurdu işgal ederken son Padişah ve Halife Vahdettin ne yapmıştı? İngiliz işgal komutanına şu mektubu gönderiyordu:
“İstanbul İşgal Orduları Başkomutanı General Harington Cenaplarına.
İstanbul’da hayatımı tehlikede gördüğümden, İngiltere devletine sığınır ve bir an önce İstanbul’dan başka bir yere götürülmemi talep ederim. 16 Kasım 1922 Müslümanların Halifesi Mehmet Vahdettin.”
İşgal altındaki ülkesini kurtarmak için her fedakarlığı yapan bir lider ve gerekirse şehit olan onca asker bir tarafta, düşmana ülkesini teslim eden ve kazananın ülkesi olduğunu görünce kaçan bir padişah.
Hiç kimse tarihi kafasına göre ve kendi siyasi çıkarlarına göre yalan yanlış yazmaya kalkmasın, tarih yazılmış ve Türkiye Cumhuriyeti, Lideri Mustafa Kemal Atatürk sayesinde bağımsız bir devlet olarak kurulmuştur.
Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk devrimlerine bağlı demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.
Ruhları şad olsun! Bayramınız Kutlu Olsun!