BAKTIKÇA – soru/yorum – A. Kemal KAŞKAR
Yıllarcadır tanık olduğumuz öyle ya da böyle, dolaylı-dolaysız ortaya karışık din istismarına bu kez eğmesiz-bükmesiz doğrudan maruz kalmış bulunuyoruz. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Dolmabahçe Sarayı’nda yapılan İslam İşbirliği Teşkilatı Parlamento Birliği 16. Konferansı açılış oturumunda yaptığı konuşmada, sevgili ülkemize yaşattıkları büyük ekonomik krizde kendi sorumlulukları yokmuş ve ötesi bu dayanılmaz koşullara tepki göstermek neredeyse ‘günah işlemek’miş ayarında bir algı yaratmaya yönelik bir adım daha atmış. Öyle bir adım atmış ki, bütün kırmızı çizgileri aşmış, sınır tanımazlıkta en üst boyutlara varmış, dinî olarak kutsal olan her ne varsa kolayca siyasete alet ediverme alışkanlığını en üst düzeye taşımış …
Bilindiği gibi ortalığı allak bullak eden “yüksek faiz sebep yüksek enflasyon sonuçtur” iddianamesiyle sürdürdükleri ‘ekonomik kurtuluş davası dosyası’na ‘nas’ı delil olarak koyup oluşturulmaya çalışılan algıyı, parti içi tartışma ekseninde ve dolayısıyla mahcup bir şekilde, “Bizim arkadaşlarımıza ne oluyor. Görevde olduğum sürece faizle mücadelemi sonuna kadar sürdüreceğim, enflasyonla mücadelemi sürdüreceğim. Şunu bilmemiz lazım, bu konuda nas ortada. Nas orda olduğuna göre sana bana ne oluyor. Biz değerler silsilemiz içinde olaya buradan niye bakmıyoruz? Olaya buradan bakacağız ve adımımızı ona göre atacağız” sözleriyle beslemeye çalışmıştı önce Erdoğan. Sonrasında, attıkları adımları anlamlandırma çabalarına yeni bir boyut kazandırmaya çalışarak bu kez doğruca Kuran’daki Bakara suresine sığınan Erdoğan: “Dünya hayatını imtihan olarak gören insanlarız. Rabbimiz Kuran’ı Kerim’de ‘Muhakkak ki sizi biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle deneriz. Sabredenleri müjdele” bu şekilde buyurmaktadır” deyiverdi.
Böylece, bir dönem “bakara makara!” gevşekliğine malzeme edilen bu ‘kutsal kitap içeriği’ böylece sosyal-siyasal-ekonomik kriz tablosu koşullarında ‘sakinleştirici ve hatta giderek uyutucu ilaç’ niyetine doğrudan doğruya kullanılmış oluverdi.
Bu ‘tipik din istismarı örneği’ne ülke sathından, çok yerinde, çok doğru ve hak ettiği ölçüde tepkiler geldi geliyor. Bu tepkilere dahil etmek istediğim bir iki sorum olacak benim de …
Sayın Erdoğan bir an önce karar vermeli ve hiç zaman yitirmeden kamuoyuna açıklamalıdır:
Bütün bu başımıza gelenler ‘dış güçlerin oyunu’ mudur yoksa ‘müjde’ mi? Sevgili ülkemize yaşatılan ekonomik-sosyal sıkıntılar eğer ‘bir tür sınama pratiği’ ise ‘dış güçler’in yaptığı, ‘kötü bir şeymiş’ çağrışımı yapan ‘oyun’ değil de ‘hayırlı bir iş’ midir?
Bir başka yönüyle de; vatandaşın nabız ayarlarını tümden bozan bu sosyo-ekonomik kriz tablosunun içinde; sabredemeyecek vatandaşlarımız için ayrı sabredebilecek vatandaşlarımız için ayrı şerbet uygulamaları olarak mı algılamalıyız bu açıklamalarınızı?
* Gazeteci-yazarlar olarak sevgili ülkemizde ‘yazı konusu’ edebileceğimiz o kadar büyük bir “zenginlik” yaşıyoruz ki … Tamamladığınız bir yazıyı birkaç gün içinde paylaşana dek, ele aldığınız konu ‘eskiyiveriyor’. Okuduğunuz yazımın üzerine, TRT 1’deki Teşkilat dizisinde bir teröriste, “geliyor gelmekte olan” dedirtmişler örneğin … Ne denli büyük bir saygısızlık ve hatta daha neler neler denilebilecek kadar kabul edilemez bir hadsizliktir bu böyle … Neyse … Sonra bir de Hazine ve Maliye Bakanı ‘Nurettin Nebati’miz oldu biliyorsunuz. O da neler neler söylemiş öyle … HaberTürk Yazarı Sevilay Yalman’ın sorularına cevaben, sinirlerimizi, sabırlarımızı zorlayan şu sözlere bakın hele: Ülkemiz ekonomisini allak bullak eden, krizi giderek derinleştiren adımları anlamlandırma-savunma çaresizliği içindeki AK Parti’nin ‘Çin Modeli’ söylemini bilir-bilmez karşısına alıp ‘Türkiye Modeli’ deyivermiş örneğin … Bitersek hep beraber biteceğiz. Kazanırsak hep beraber. Karamsar tablo çizenler var. Hiçbir şekilde bize inanmayanlar. Onlara diyorum ki; “Sen maaş alıyorsun. En fazla neyini kaybedersin? Enflasyonun altında ezilirsin. Ama ben bütün varlığımı kaybederim bu iş düzelmezse eğer. 1000 çalışanımız var. 1000 kişiyle beraber bütün varlığımı kaybederim. Ben babadan görme bir insanım. Babamın bana bıraktıklarını kaybederim. Ben bunu göze alır mıyım Sevilay Hanım? Bu işi ya düzelecek ya düzelecek! Yeter ki bize güvenilsin, inanılsın!” … “Peki bu modeliniz ya tutmazsa?” sorusuna da: “Üzülürüm” demiş …
Neyse, bu hafta da böyle geçmiş olsun …
Muğla İklim Adaleti Koalisyonu ile Muğla Çevre Platformu Milas Meclisi’nden çok önemli bir açıklama:
“Ağaç kereste, orman arsa, doğa meta olarak görülmemeli, doğal varlıklarımız pazarda satılacak ticari mala indirgenmemeli, her türlü orman işgaline, talanına acilen son verilmelidir!”
Muğla İklim Adaleti Koalisyonu ile Muğla Çevre Platformu Milas Meclisi tarafından, 6831 sayılı Orman Kanunu’nda yapılan değişiklikle ilgili olarak yapılan açıklamada, iklim değişikliğinden büyük oranda etkilenen bir coğrafyada yer alan ülkemizde, son yıllarda aşırı sıcaklık artışı, kuraklık, şiddetli yağışlar, seller ve artan orman yangınları gibi felaketlerin daha sık yaşanır olduğuna dikkat çekilerek, “Bu felaketlere karşı alabileceğimiz en etkili önlemlerin başında orman varlıklarımızı korumak ve çoğaltmak gelmektedir. Ormanlar sadece iklim değişikliğiyle mücadelede karbondioksit’in tutulmasında değil, aynı zamanda oksijen üreterek hava kalitesinin arttırılmasında, toprak ve su kalitesinin iyileştirilmesinde, çölleşme ve erozyonla mücadelede hayati rol oynarlar. Çok sayıda endemik türü barındıran ormanlarımızın varlığı, en az iklim değişimi kadar kritik ve risk altında olan biyodiversitenin korunması için vazgeçilmezdir” denildi.
Anayasa’nın 169. Maddesinden yapılan “Devlet, ormanların korunması ve sahalarının genişletilmesi için gerekli kanunları koyar ve tedbirleri alır”, “Yanan ormanların yerinde yeni orman yetiştirilir, bu yerlerde başka çeşit tarım ve hayvancılık yapılamaz”, “Ormanlara zarar verebilecek hiçbir faaliyet ve eyleme müsaade edilemez”, “Ormanları yakmak, ormanı yok etmek veya daraltmak amacıyla işlenen suçlar genel ve özel af kapsamına alınamaz” aktarmalarıyla sürdürülen açıklamada ülkemizin iklim değişikliği ile mücadele kapsamında taraf olduğu uluslararası anlaşmalar ve verilen taahhütler şöyle özetlendi:
6 Ekim 2021’de Paris anlaşması TBMM’de kabul edilmiş ve 10 Kasım 2021’de anlaşma yürürlüğe girmiştir. Bu sene Kasım ayında 26’ncısı düzenlenen Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Taraflar Konferansı’nda Türkiye 2053 yılında ‘Net Sıfır’ hedefini açıklamıştır. Türkiye ayrıca COP26 kapsamında 12 Kasım 2021 tarihinde “Orman ve Toprak kullanımı üzerine Glasgow Liderler Bildirisi”ne taraf olmuş ve orman varlıklarını, karasal ekosistemleri korumayı taahhüt etmiştir. Bu bildiri, insan kaynaklı sera gazı emisyonlarını dengelemede ormanların, biyodiversitenin ve sürdürülebilir toprak kullanımının kritik ve birbiriyle ilişkili rollerine vurgu yapmaktadır.
‘İktidar, ormanları kâr amaçlı işletmelerin kurulacağı arsalar olarak görüyor’
Açıklamada, bu ulusal-uluslararası ‘mevzuat özeti’nin ardından, 6831 sayılı Orman Kanunu’nun 17. maddesi 3. fıkrasının uygulanması hakkındaki yönetmelikte yapılan ve 30 Kasım 2021 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan değişikliklerin oluşturduğu büyük tehdit şöyle dile getiriliyor:
“Bu yönetmelikle ormanlık alanlarda yapımına izin verilen enerji üretim santralleri, haberleşme tesisleri, petrol ve doğalgaz arama, jeotermal kaynak, mineralli su arama, katı atık bertaraf ve depolama tesisleri, patlayıcı madde deposu, hastane, sokak hayvanları barınağı, ilk-orta-lise ve dini tesisler, spor tesisleri… gibi tesisler orman varlıklarımızda ve buralarda yaşayan endemik türler üzerinde geri dönüşü olmayan bir tahribata ve ekosistemde yıkıma yol açacaktır. 49 yıl için verilen kesin işletme izinleri, talep halinde 99 yıla kadar uzatılabilecek. Ayrıca tesislerden çeşitli adlarla alınan bedeller de bu yönetmelikle azaltılmış ve kamu-özel işbirliği ile yüklenicilere çeşitli güvenceler verilerek, ormanlar birer özel işletme haline getirilmiştir.”
Yönetmelikte geçen “kamu yararı” ve “zaruret” gerekçelerinin içinin boşaltılmasının amacının, ormanlık alanların kâr hırsıyla sermayeye aktarılması önündeki engellerin kaldırılması ve orman katliamlarının meşrulaştırılması olduğunun belirtildiği açıklamada, “Bu tesislerin hiçbirinin orman içinde yapımında ne bir zaruret olabilir ne de kamu için bir fayda olmadığı” vurgulanarak;
“Devletin görevi, Anayasa’da belirtildiği gibi, halkın tamamına ait olan ormanları kamu yararı için korumaktır. Bu yönetmelik açıkça Anayasa’ya ve Orman Kanunu’na aykırıdır.
Öte yandan, ormanları talana açan bu tür yapılaşmalar ve maden izinleri son dönemde başlamış değildir, ancak son 10 yıl içinde büyük bir artış göstermiştir ve önü alınmazsa çoğalarak devam edecek ve ülkeyi büyük bir yıkıma sürükleyecektir. AKP iktidarı, ormanları kâr amaçlı işletmelerin kurulacağı arsalar olarak gördüğü için Orman Kanunu’nda sürekli değişiklikler yapmakta, Orman Genel Müdürlüğü üzerinde baskı oluşturarak ormanlık alanlara tesisler kurulması için izin verilmesini sağlamaktadır. Bugüne kadar ormanlarımızdan 748 bin hektar orman alanında bu tür kullanımlar için izin almış, bu izinlerin yarısına yakını da son 9 yılda verilmiştir. Orman Genel Müdürlüğü verilerine göre, sadece 2008 ile 2019 yılları arasında ormanlarımızdaki 10 hektardan küçük orman parçalarının sayısı 55 bin 484’ten 120 bin 789’a çıkmıştır” denildi.
‘Ormanı orman olarak korumak zarurettir’!
Madenciliğin, ormansızlaştırmada önde gelen bir başka sorun olduğu, 2012-2020 yılları arasında madencilik için 87 bin hektar alana izin verildiği, parçalanan ormanların ekosistemleri barındırma olanağının kalmadığı ve zaman içinde orman vasfını yitirdiklerinin de belirtildiği açıklamanın son bölümünde şu görüşler dile getirildi:
“Bütün bunlara bir de ormanlara yapılan elektrik nakil hatları, trafolar gibi tesislerin yangın riskini arttırdığını eklersek, yeni eklenecek tesislerle orman varlıklarımızın yangınlara karşı daha da savunmasız hale geleceğini kestirebiliriz.
Ormansızlaştırma, Türkiye’nin acil sorunudur ve hemen önlem alınmazsa, sadece orman varlıklarımızı ve endemik canlı türlerini değil, temiz havamızı, suyumuzu, toprağımızı kaybedeceğiz. Önlem almak için artık fazla zamanımız kalmadı. Eylemsiz kalırsak yakın bir gelecekte kuraklık, yaşamsal bir sorunumuz haline gelecek.
Ormanı orman olarak korumaktan daha üstün bir kamu yararı ve daha önemli bir zaruret olamaz.
Ormanları korumak iklimi korumaktır, yaşamı savunmaktır, bizden sonraki nesillere yaşanabilir bir ekosistem bırakmaktır.
Bizler ağacı kereste, ormanı arsa, doğayı meta olarak gören ve tüm varlıklarımızı pazarda satılacak ticari mala indirgeyen bu zihniyete karşıyız.
Bizler ormanları ve içinde barındırdıkları ekosistemi paha biçilmez bir kendinde değer olarak görüyoruz.
İklim değişikliğinin sorumlusu olan kapitalist aç gözlülük ve para kazanma hırsı, orman varlıklarımıza da aynı dürtülerle göz koymaktadır.
Kapitalizm insanlara ve doğaya karşı amansız bir savaş veriyor. Ancak bir araya gelirsek onu durdurabiliriz.
Orman varlıklarımızı ve canlı hayatını korumak için tüm halkımızı bizimle birlikte mücadeleye çağırıyoruz.
Talebimiz bu yönetmeliğin derhal geri çekilmesi ve her türlü orman işgaline, talanına acilen son verilmesidir. Amacımıza ulaşana kadar bunun takipçisi olacağız.”