Sabâ ALTINSAY / Roman / Can Yayınları / Basım- 2004 / 288 sayfa
bir satır / Ayşegül Şenay KAŞKAR
Sabâ Altınsay, 1961’de Çanakkale’de doğdu. İlk öğrenimini orada tamamladı. Orta öğrenimini TED Ankara Koleji’nde, lise öğrenimini de Bornova Anadolu Lisesi’nde tamamladı. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Basın Yayın Yüksek Okulu’ndan mezun oldu. Gazete ve dergilerde gezi yazıları ve öyküleri yayımlandı. Altınsay, roman ve öykü yazarak yaşamına devam etmektedir.
Kitapları; Kritimu – Girit’im Benim (2004), Benim Hiç Suçum Yok (2011) ve Faili Malum (2022)
Giritli mübadil bir ailenin üçüncü nesli olan yazar, Kritimu’da mübadeleye uzanan süreci ele alıyor. Osmanlı Devleti’nin zayıfladığı, topraklarını kaybetmeye başladığı yıllarda Girit’te yaşanan gelişmeleri anlatıyor. Girit’in özerkliğe kavuştuğu 1898 ile mübadelenin başladığı 1923 yılları arasındaki dönemi içeren roman, İbrahim Yarmakamakis ve ailesi ekseninde Giritli Hıristiyanları ve Müslümanları, birbirleriyle ilişkilerini, birbirlerine bakış açılarını, dostluklarını, düşmanlıklarını, dönem dönem yakınlaşıp uzaklaşmalarını, iki toplumun acılarını, öfkelerini ve yalnızlıklarını akıcı bir dille anlatıyor.
Yakışıklı kuyumcu İbrahim Yarmakamakis’in ve eşi kuyumcinanın hikâyeleri üzerinden okuru, mübadelenin yirmi beş sene öncesine götürürken Giritli Müslüman ve Hıristiyan halkların bu kopuşa uzanan mücadelesine de ortak ediyor. İnsanların adadan kopuş sürecini, iki bavula sığdırmaya çalıştıkları hayatlarını, geride bıraktıkları ölülerini, vedalaşamadıkları evlerini, güzeller güzeli Hanya’dan ayrılışlarını anlatırken, kelimelerinin taşıdığı hüzünle yüreklerimizi burkuyor: “Tıpkı insanlar gibi toplumların da kaderleri vardır. Bu kader, bazen çok acı yazılır.”
Bin dokuz yüz yirmi üç yılının yirmi üç kasım sabahı, Hanya limanına çökmüş ayrılık acısının dili olan Sabâ Altınsay, bizi adeta İbrahim ve ailesinin bindiği gemiye bindiriyor ve kıyıdan uzaklaştıkça Girit’e doğru akan o acı dolu feryadı kulaklarımıza fısıldıyor:
“Kritimu! Benim güzel adam!”
Girit’i ve orada yaşananları ele alması açısından mübadele romanları arasında önemli bir yeri olan Kritimu / Girit’im Benim, bütün Giritlilerin hikâyesini anlatsa da benzersiz doğası ve insanın ruhunu çalan kokusuyla Girit Adası’nı romanın asıl kahramanı yapıyor.
“Göç sadece gideni değil, kalanı da peşinden sürüklüyordu” diyor Sabâ Altınsay, “İnsanın doğduğu toprak ile gömüleceği toprak aynı toprak olmayacaksa, ne kalır ki geriye ölürken, yaşamdan?”
…
Bu romanı İzmir’de ‘Özgen Annem’in kütüphanesinde buldum… Kemal’in anne tarafı Girit, baba tarafı Alasonya, benim de baba tarafım Makedonya göçmeni olduğu için bu kitap beni çok heyecanlandırdı. Ve Milas’a döner dönmez merakla okumaya başladım. Kitap sayesinde küçük bir de sözlük yaptım kendime. Okudukça hep Kemal’e Rumca seslenir oldum: “Kalimera: Günaydın”, “Erota: Aşkım”, “Katalavis: Anladın mı?”, “Ohi: Hayır”, “Ela: Gel”, “Oriste: Hoş geldin”, “Kalinihta: İyi geceler” gibi gibi …
Romandan birkaç sarsıcı alıntı yapmak isterim size…
…
“Adam gibi bakın. Unutursunuz sonra.” Diğerlerine döndü.
“İyi bakın ki… Hiçbiriniz…” durdu, yumruğunu dişlerinin arasına sıkıştırdı. Fatma atılıp tamamladı: “Unutmayın sakın.”
Çocuklar sessizleştiler.
Her biri kendi Girit’ini seyrediyor, onu hatıra diye yanlarına alabilmek için gözlerini, zihinlerini, akıllarını sonuna kadar açıyor, bir mücevheri kutusuna kilitler gibi gönüllerine kilitliyorlardı.”
…
Dükkânda pek az eşya kalmıştı. Hepsi hepsi birkaç bakır tas, kolları eprimiş bir ceket, delik bir terazi kefesi, hasırdan yapılmış orta boy sepetten ibaretti.
Birer birer eline aldı onları. Bakıp bıraktı. Camlar kirliydi. Diplerine karasinek ölüleri birikmişti. Bir de arı vardı. Sırtüstü düşmüş, tüylü bacaklarını karnına çekmişti. Arıyı burnunun ucuna kadar yaklaştırıp parmaklarının arasında çevirerek inceledi. Yerine koyacaktı, vazgeçti. Mendilini çıkardı, açtı, katlarının arasına dikkatlice yerleştirdi.” (Sayfa 267)
“…
Kanevaro (çarşı) başka bir Kanevaro’ydu artık. O capcanlı günlerine hiç benzemiyordu. Ölmüş gibi bir hali vardı. Bir seda eksik olsa, birinin çekici, kumaş kesişi, kösele dövüşü, bileyişi duyulmasa, bir yüz, bir ayak sesi olmasa o gün, Kanevaro değişir, sakatlanırdı eskiden. Şimdi ne sakatlanması, hepten can vermişti.” (Sayfa 268)
“…
Sofadaki minderi, mangalı, odalardaki divanları, yatakları, hasır iskemleleri, üç masayı, pirinç somyalarını, beş çocuğu büyütmüş beşiği, epeyce tencere, tabak ve çatal bıçağı, tilki ve Fatma’nın dokunmadığı tavşan postlarını, perdeleri, sekiz halıyı, kilerdeki zeytinyağı testilerini, kış kavunlarını ve bütün yiyeceklerini, bütün çiçeklerini, bahçeyi, bahçedeki ağaçları, karnı acıktıkça mutfak kapısının önünde miyavlayan sarman kediyi, gaz lambalarını, tepsileri, giysilerinin yarıdan çoğunu, ayakkabılarının neredeyse hepsini, cümle kapısından uzanınca Borsuna’nın görünüşünü, üst kattaki pencerelerden karşı eve bakışı, bir zamanlar Ağa Camisi’nden yayılan ezan sesini, sonbahar rüzgârının Borsuna’nın başından burgaçlanıp sokağa üflemesini, zeytin odunu yanan mangalların pencerelerden taşan kömür kokusunu, pencere içlerini süsleyen fesleğenlerin hayalini de bıraktılar.
“Geç kalıyoruz,” dedi İbrahim. Yeniden telaşlandılar. Çocukları kapının önüne koydu Fatma. “İbrahim,” dedi, “Göz kulak ol. Bir yere gitmesinler.”
Koşturdu. Odaları dolaştı. Bütün kapıları sıkı sıkı kapattı, kilitledi. Anahtarlarını avucunda biriktirdi. Dolapları da kilitledi. Avuçlarına sığmaz oldu anahtarlar. Yere düşenleri eğilip aldı, bez bebeği sokuşturduğu cebine atıverdi. Koşa koşa geldi. “Tamam,” dedi.
“Ne oldu?” diye sordu İbrahim.
“Kapıları kilitledim. Kırıp girsinler.”
Bir şey demedi İbrahim. Fatma kapıyı çekti. Ansızın ve hızla. Sokaktaydılar. Yan yana dizilmişler, bakıyorlardı. Kapı kapandığı halde öylece duruyorlardı. Fatma yeniden açtı kapıyı. Tekrar kilitledi. Emin olmak için kanadı tutup sarstı. Bir daha sarstı.
“Fatma!” diye seslendi İbrahim.
“Peki peki.” (Sayfa 276-77)
Sonsöz
İbrahim Yarmakamakis ve ailesi önce Küçükkuyu’ya, ardından Çanakkale’ye iskân edildiler; Altınsay soyadını aldılar. Fatma Altınsay 1954, İbrahim Altınsay 1963 yılında öldü.
Türkiye’de üç çocukları daha oldu. Amcalarım Cemal, Zeki ve babam Erdoğan Altınsay.
İbrahim, Fatma Yarmakamakis ve çocukları, Girit’i bir daha hiç görmediler. Yetmiş beş yıl sonra ben ve babam, Girit’ten getirdiğimiz toprağı mezarlarına serptik.