Müntekim Ökmen (Çeviri) / Azra Erhat (Yunanca Aslıyla Karşılaştırma) / Remzi Kitabevi / Birinci Basım- Aralık 1973 / 639 sayfa
Ayşegül ile Kemal KAŞKAR
Bodrum’da 31 Ekim-6 Kasım 2022 tarihleri arasında gerçekleştirilen Heredot Haftası etkinlikleri vesilesiyle bir anda yeniden gündemimize giren ‘Herodot Tarihi’ni anımsatmak istedik bu ayki Bir Satır’da siz sevgili okur-yazarlarımıza …
Bu anıt kitabı Türkçemize Müntekim Ökmen kazandırmış, büyük bir başarıyla. Ve Azra Erhat da kitabın okuyucuya güvenle sunulması için Yunanca aslıyla karşılaştırmasını yapmış. Ne iyi yapmışlar …
Bodrum Belediyesi’nce düzenlenen ve paydaşları arasında Herodot 3’üncü Yaş Akademisi, Muğla Büyükşehir ve Milas Belediyeleri, Bodrum Engelliler Sağlık Vakfı, Bodrum Ticaret Odası, Bodrum İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü ve Foodrum’un yer aldığı Heredot Haftası etkinlikleri arasındaki ‘Seramik Sergisi’nden fotoğraflara yer verdiğimiz tanıtım metnimizi, kitabın 5 ilâ 9’uncu sayfaları arasında yayınlanan Azra Erhat imzalı “Akdeniz’in İnsanı” başlıklı yazının bir bölümünü aktarmakla sınırlı tutuyoruz.
Akdeniz’in İnsanı
1956 sularıydı, Halikarnas Balıkçısı, bana Ege’yi gezdiriyordu. Geziye çıkmadan önce, onun bir kitabında basılmış bir cetveli incelemiştim düşüne düşüne: Sayfa ikiye bölünmüş, bir yana Anadolu, öbür yana Yunanistan diye başlık atılmış, altına da kara zeminde ak yazılarla ne kadar şair, düşünür, tarihçi ve daha başka türden yaratıcı varsa, adları alt alta dizilmişti. Bakıyordunuz, sayfanın sol yanında, yani Anadolu bölümünde adlar uzayıp gidiyor, sağ yanı ise kara, boşluklarla dolu, hele en eski çağlar için. Kimleri yetiştirmemiş ki Anadolu! Homeros’tan başlayarak, Alkman, Arkhilokhos, Sappho, Alkaios, Mimnermos, Anakreon, şairlerin hepsi ya Ege kıyılarından ya da Ege adalarından. Thales, Anaximandros, Anaximenes, Herakleitos, Pythagoras, Xenophanes, Anaxagoras… İnsan düşüncesinin bir ışık seli gibi fışkırıp çağlamasına öncü olan büyük adamlar Miletos’ta, Ephesos’ta, Samos, Kolophon ya da Klazomenai’da, yani hep İzmir yöresinde doğmuşlar. Düzyazı derseniz öyle: Hekataios, Kadmos ve de tarihin babası Herodotos, Ege kıyılarına inci gibi dizilmiş İonia şehirlerinde gelmişler dünyaya. Güneş nasıl doğudan doğarsa, uygarlık da öyle doğmuş Akdeniz’in doğu kıyılarında, Halikarnas Balıkçısı’nın sonraları, “Akdeniz Uygarlığı” diye adlandıracağı aydınlık, bizim bu topraklardan yayılmış dünyaya.
…
Bodrum’da otuz yıllık sürgün hayatı ile Halikarnas Balıkçısı, Türk yazınında daha denenmemiş bir girişimi sonuca bağlamış bulunuyordu: Bir çevrenin yaşamını ayrıntılı gerçeklerinin tümü ile paylaştıktan sonra onu dile getirmeyi başarmıştı. Balıkçı ile balıkçılığı, süngerci ile süngerciliği, denizci ile denizciliği yaşamış, toprak, güneş, su ve hava ile karşı karşıya gelerek insan aklının madde ile sıkı fıkı alışverişinden neler çıkartılabilir, yaratılabilirse hepsini deney süzgecinden geçirmiş ve bu teke tek karşılaşmadan, doğa ile insan arasında, her iki varlığın da tüm yetilerini ortaya koydukları bu yaman kaynaşmadan insan düşüncesi ve yetilerini ortaya koydukları bu yaman kaynaşmadan insan düşüncesi ve dili gereği olan ürünü vermiştir. Esin kaynağı yalnız ve yalnız yaşantısıydı Halikarnas Balıkçısı’nın. Cevat Şakir denilen adamın tüm öğeleri, içinde yaşadığı doğal çevrenin tüm verileriyle birlikte yoğurulunca, Halikarnas Balıkçısı’nın bildiğimiz romanları, öyküleri, resimleri ve kendine özgü, tadına doyulmaz o sözlü yaratıcılığı, yazıya dökülemeyen, teybe bile alınamayan o eşi benzeri bulunmaz “dil”i doğup gelişti. Bu dil, biriciktir ve karşımıza diktiği düşünce ve imge yontularından çok, akışı, devinişi, sürekli gelişimi, değişimi ile değerli, önemlidir. Balıkçı ne derse desin, sözlerinin yerine ve anına göre kanatlanıp uçmasıdır bizi büyüleyen. Hep aynı şeyleri söyler sanırsınız, oysa Herakleitos’un dediği gibi, iki kez dalamazsınız onun düşünce ırmağının sularına, onu her dinleyişte bir şeyler değişmiştir, konuşan o konuşan değildir, dinleyen de başka başka izlenimlerle etkilenmektedir: Herakleitos’un da geleneğini yaşatmaktadır Halikarnas Balıkçısı. Bu nasıl olmakta, yirminci yüzyılın bir insanı ne hikmet ve kerametle binyıllar ötesindeki bir düşünürü de, bir anlatıcıyı da öz ve kökenlerine varıncaya dek kendi kişiliğinde canlandırabilmektedir?
…
İki bin beş yüz kadar yıl önce bir başka yurttaşı aynı başarıyı sağlamıştı: Halikarnasos’lu Herodotos. Yaşamından ne biliyorsak, sözlerinden ne kalmışsa bundan sonraki sayfalarda okuyacaksınız. Bir gezgindi Herodotos, röportaj yazarlarının piri, şu ya da bu nedenden ötürü o da ayrılmıştı Ege kıyılarından, dolaşmış dolaşmış, nerelere dek gitmemişti! Akıllara durgunluk verir bu kadar yer gezmesi, bu kadar bilgi toplayıp hepsini aklında tutması ve o canım İonia diliyle açık açık, herkese anlaşılır bir anlatıyla aktarması. Tarihin babası derler ona. Ama tarih nedir? Bugün bile bu yaratıcının ardından binlerce yıl geçtiği halde, biliyor muyuz uygar dillerin çoğunda HİSTORİA diye geçen sözcüğün tam ne anlama geldiğini?
Açınız eski Yunanca sözlüğü: “Historein” diye bir fiil bulursunuz, anlamları şu: “Öğrenmeye çalışmak, araştırmak, incelemek, keşfe çıkmak, gezerek tanımak (bir ülke, bir kent için) sormak, soruşturmak, sorarak bilgi edinmek”, sonra da “bilmek, tanımak” ve sonunda “sözle ya da yazı ile bildiğini aktarmak”. Bu fiilden türeme “historia” sözcüğü de ilk anlamda araştırma, bilgi edinme ve keşif, onun sonucunda elde edilen bilgilerin dile getirilmesi, anlatılması demektir.
…
Yıllardır Herodotos’un iyi bir Türkçe çevirisini özler dururum. Bunu kendim yapmaya ne vakit bulabildim ne de olanaklarımı yeterli gördüm. İçimde özlemin en ateşli olduğu bir anda dostum Müntekim Ökmen gitti Bodrum’a yerleşti. Uzun bir çeviri yapmaya istekliydi. Müntekim Ökmen, Halikarnas Balıkçısı’nın hayranlarından ve vefalı dostlarındandır. Gökova’nın karşısında, Herodotos’un yurdunda, Halikarnas Balıkçısı’ndan aldığı esinlerle bu çeviriyi herkesten iyi yapabileceği kanısına vardım. Çeviri bir iklim ister, coşku ve çaba olduktan sonra, başarı insan elindedir. Nitekim öyle oldu. Müntekim Ökmen’in çevirisi tam anlamıyla bir başarıdır. Bir roman kadar sürükleyici olduğu gibi, Herodotos’un üslubunu ve eserinin içeriğini kusursuzca yansıtmaktadır.
Bu çeviriyi okurlara candan salık veririm. Eminim ki okuyup öğrenecekleri bunca konu dışında, yurdumuzda doğmuş bir yazarın o insana özgü ateşle ne ereklere ulaşabileceğini görerek, onu kendilerine örnek, coşkusunu kendilerine ülkü edinebileceklerdir.
(Azra Erhat / Eylül 1973)
Remzi Kitabevi’nin notu:
Bu yazı, Halikarnas Balıkçısı’nın (Cevat Şakir Kabaağaçlı) ölümünden pek az önce yazılmıştı. Biz, bu yazıyı kendisinin de okumuş olduğu bu şekliyle bırakmayı uygun gördük.