BAKTIKÇA / A. Kemal KAŞKAR –
Sabır mı?
Biz zaten fazlasıyla sabırlı, ‘haddinden fazla sabırlı’ bir milletiz bence.
Geleneksel olarak ‘sabrın sonu selamettir!’ umuduyla büyütülmüş/büyümüş ama ömrümüz boyunca yeterince selamet yüzü görmemişizdir.
Sabırsız olmak hep ‘kötü’ bir özelliktir bu bakımdan. Sabır o denli güçlü bir duygumuzdur ki, çok çok özel, olağanüstü bir durumdur sabırsızlığa yenik düşmek. Bunu da ‘sabır taşı çatladı’ diye çok özel bir şekilde tanımlamış, kolayca olmayacak bir yerde bırakmış, kendimizden olabildiğince uzaklaştırmışızdır.
Adı üstünde, bizim sabrımız ‘taş’ gibidir ve kolayca anlaşılabileceği gibi kolay kolay ‘çatlamaz’ …
‘Sabrın taşması’ deyimimizi de aynı ikileme eşliğinde yüksek rütbeli bir deyim olarak ‘kolay kolay taşmayacak kocaman bir havuz’ çağrışımıyla birlikte yaşatırız dilimizde …
Dolayısıyla bizde sabır çoktur. Çok olmasına çoktur da, sabrımızı taşıran-taşıracak neden de çoktur … aramadığımız kadar …
Baksanıza nelere nelere halâ sabredebiliyoruz. Ve en önemlisi, bu sabrı, çoğu zaman ‘sonunun selamet olmadığı’nı bile bile gösterebiliyoruz’!
…
6 Ekim Salı günü Camiler ve Din Görevlileri Haftası dolayısıyla Cumhurbaşkanlığı Külliyesi Kongre ve Kültür Merkezi’nde yapılan toplantıda konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, Ayasofya’nın ‘cami olarak ibadete açılması’nı sabırla elde edilen ‘en tatlı meyve’ olarak nitelemesinin ardından, ‘sabır’ ara başlığı altında sözlerini, yaşanan ağır ekonomik kriz koşullarına dayanacak hali kalmayan vatandaşlarımıza hitaben -özetle-, “Bu hayatın albenisine kendisini kaptıran insan, dünyasını da ahiretini de kaybeder. Müminin görevi varlıkta şımarmamak, yoklukta sabretmektir. Gerçek mümin acıyı bal eyleyendir” diye sürdürmüş.
Bu sözleri duyunca, tarih içinde siyasi iktidarların kendilerini yeniden üretebilmek için dine dair bu ve buna benzer kalıp sözleri rahatlıkla kullanabilmelerine tepkimi üzülerek not etmek istedim.
Tepkim, 2002 yılından bu yana iktidar olan AK Parti’nin sevgili ülkemi ve sevgili vatandaşlarımı getire getire bu noktaya getirmiş olmasınadır.
Bakar mısınız şu rahatlığa: Vatandaş sizi, vaat ettiğiniz ‘Yoksulluk, Yasaklar ve Yolsuzluk’la (‘3 Y’) mücadele etmeniz için 2002 yılında iktidara getirsin ve 18 yıl sonra (Yasaklar ve Yolsuzlukla mücadelede neler yapılabildiğine ilişkin tablo, yorum alanımın dışında olduğu için girmiyorum) yoklukla-yoksullukla mücadelede ülkemizi getirdiğiniz yerde vatandaşa, ‘dinsel içerikle’ cilalı ‘yokluğa-yoksulluğa sabret’ çağrısı-anımsatması yapıverin!?…
Bu ‘sabır ibadeti’ çağrısı, önceki iktidarlar tarafından da zaman zaman yapılıyordu zaten ülkemde … AK Parti bunu -haklı olarak- bir ibadet türü olarak değil -bu dünyaya dair somut- bir ‘vaat’ olarak sunup 2002 yılında iktidara geldikten yıllar yıllar sonra yine aynı yokluk-yoksulluk noktasına getirip bırakmış durumda vatandaşımı!
18 yıl sonra ‘sabredin-zaten bu dünya sınav yeridir’ gibi şeyler söyleyecek idiyseniz niye iktidara getirdi vatandaş sizi! Niye yoklukları-yoksullukları ortadan kaldıracağınızı vaat ettiniz? Niye …
18 yıl önce ‘yoksulluktan kurtaracağını vaat edip oylarını aldığınız sevgili vatandaşlarıma yine ‘sabredin’ demek, “ben bu işi beceremedim” demek değildir de nedir Allah aşkına!
Vatandaşlarının yokluk-yoksulluktan kurtarılması için mücadele etmek yerine onlara, yokluğu-yoksulluğu sabır gösterip kabullenme çağrısı yapmak ‘iktidar olma’nın sorumluluklarından kaçmak değildir de nedir Allah aşkına!
Böylece, 18 yıl boyunca bırakın yoksulu yoksulluktan kurtarmayı, yoksulu daha da yoksullaştıran bir iktidar olduğunuz için iktidarınıza karşı vatandaşlarımızın tüm sabır kaynaklarını da böylece tüketmiş olmuyor musunuz?
Siz ‘sabredin’ dedikçe ‘sabır taşı’ için çatlama tehlikesi büyüyor, farkında değil misiniz!
Mesele önlem almaksa alınır, önlemlere uymaksa uyulur! Başka bir mesele yoksa tabii …
2 Ekim tarihli bir genelgeyle baroların genel kurullarının 1 Aralık tarihine kadar ertelenmesine tepkiler büyüyor haklı olarak … İstanbul, Ankara, İzmir, Muğla barolarının da aralarında bulunduğu 76 ilin baro başkanı ‘erteleme genelgesi’ne tepki göstererek şu ortak açıklamayı yaptılar:
“1136 Sayılı Avukatlık Kanunu’nun 82. maddesi baro genel kurullarının son rakamı çift olan yıllarda olmak kaydıyla iki yılda bir Ekim ayının ilk haftası içinde toplanacağını düzenlemektedir. Yasal hüküm, önce tavsiye genelgesi ile akabinde İl Hıfzıssıhha Kurulu kararıyla ve son olarak da YSK kararı ile çiğnenmiştir.
1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nda Hıfzıssıhha kurullarının genel kurul erteleme yetkisi bulunmamaktadır. Hal böyleyken, yasayla getirilen bir düzenlemenin genelge, kurul kararı gibi işlemlerle ortadan kaldırılması açıkça hukuka aykırıdır.
Hukuka aykırı olarak alınan hıfzıssıhha kurulu kararlarını dayanak alarak baro genel kurullarını iptal eden ancak aynı kararında siyasi partilerin kongrelerini yapmalarında sakınca bulunmadığını beyan ederek virüsün toplantı seçtiğini ortaya koyan YSK kararı hakkında ise hukuki bir değerlendirme yapmak maalesef mümkün değildir.
Türkiye’de ilk Kovid-19 vakasının açıklandığı tarih olan 10 Mart’tan bu yana aradan geçen sürede, baroları parçalama kanunlarından düğünlere, siyasi partilerin kongrelerinden mitinglere ve açılışlara kadar hiçbir “etkinliğin” ertelenmediği ülkemizde baro seçimlerinin ertelenmesi, oy vermek ve baronun organlarını belirlemek yetkisine sahip bütün avukatların iradelerine ipotek konulması anlamına gelmektedir.
Bu hukuksuzluğa karşı yasal yollarla mücadelemizi sürdüreceğimizi bildirmekle birlikte, bu hukuk tanımazlığın seçme ve seçilme hakkını keyfi olarak ortadan kaldırması bakımından hukuk güvenliği ilkesine ve demokrasimize telafisi imkansız zararlar vereceğini tarih önünde yetkililere bir kez daha hatırlatıyoruz.”
Baroların, bu çok yerinde tepkilerini çok iyi dile getirdikleri bu açıklamanın peşisıra çok da söz söylemek gerekmez ama, bir iki cümle kurmadan geçemeyeceğim, izninizle …
Milli Eğitim Bakanı, 21 Eylül 2020 tarihinde anasınıfı ve 1’inci sınıf öğrencileri için başlatılan okullarda yüz yüze eğitimin 12 Ekim’den itibaren 2, 3, 4, 8 ve 12’nci sınıf öğrencilerini de kapsayacak şekilde genişletilerek sürdürüleceğini açıkladığı konuşmasında: “Yüz yüze eğitimde okullarımızda hijyen ve sosyal mesafe standartlarımız ile Sağlık Bakanlığı’nın ve Bilim Kurulu’nun rehberliğinde her türlü tedbiri aldık. Denetmenlerimiz okullarımızı denetliyor ve düzenli olarak denetlemeye devam edecekler. Okullarımızda Covid-19 ekipleri oluşturduk. Öğretmenlerimizin Covid-19 eğitimleri tamamlandı. Milli Eğitim Bakanlığı olarak bizler çocuklarımızı sağlıkla ve güvenle karşılamak için her türlü tedbirimizle hazırız. Kaygı duyan velilerimizin ve öğrencilerimizin de sürecin iyi yönetildiğini gördüklerinde aynen ilkokul 1’inci sınıf velilerinde gördüğümüz gibi rahatlayacaklarına eminim” demiş.
Yerinde duramama ihtimali-potansiyeli yüksek yaş grupları bakımından bir dizi önlemler alınarak okullarda yüz yüze eğitime adım adım geçilebiliyor ve kaygı duyan velileri süreç içinde rahatlatacak denli başarılı sonuçlar elde edilebiliyorsa, tıpkı disiplinsizlik yapmayacaklarından emin olunarak ‘siyasi parti kongreleri’nin yapılabilmesinin önünün açılması gibi, koronavirüs salgınıyla mücadelede ‘önlemlere uyma kabiliyeti yüksek bir toplum kesimi’ olduğu kesin olan sevgili avukatların meslek örgütlerinin genel kurullarının tereddütsüz yapılabilmesi gerekir.
Bu anlamda milli bayramlarımızın da artık gerekli önlemler alınarak ve bu önlemlere uyularak coşkuyla kutlanmasının önünde herhangi bir engel kalmadığı açıktır …
Bu arada, geçen hafta gündeme getirdiğim Milas Gökçeler İncirliin Mağarası’nın da gerekli önlemlere uyularak ziyarete açılması gerekir … (Ola ki bu arada bir değişiklik olmuş, yani İncirliin Mağarası ziyaretçilerine kapılarını açmışsa, bu gelişmeyle ilgili olarak kamuoyuna bir açıklama yapılması da gerekir …)
Sağlıklı günler dilerim …
Eyvah ki ne eyvah! ‘Titanik’ mi?
TÜİK eski Başkanı Birol Aydemir, Sözcü’ye yaptığı açıklamalarda bakın neler neler söylemiş:
“… Ülke şu anda çok kötü yönetiliyor. Kötü değil, çok çok kötü. Titanik batarken güvertede orkestra çalıyordu. Ekonomi pik yapıyor diye insanlara doğruları söylemiyoruz. Şaka mı, başka bir ülkede mi yaşıyorum. Pik yapan ne Allah aşkına. İnsanların aklıyla dalga geçiyorlar. Titanik gibiyiz, batmak üzereyiz, bunlar hâlâ güvertede orkestra çalıyor. Kurumları bitirirseniz, batarsınız. Çıkardığın tahvil alınmaz, çöp demektir. Paranın sıfır faizle ortalıkta dolaştığı dönemde biz para bulamıyoruz. Son 1 yılda 15 milyar dolar ülkeden para çıkışı oldu. Bilgisiz insan ne yapar? Her şeyini deneme-yanılma ile yapar. Kötü yönetim var, sebebi de bilgisiz kadrolar. Türkiye’de her şey durma noktasına gidiyor. Başkanlık sistemi ile 2018’de buzdağına vurduk.
Yaşadığımız şu günlerde devletin çöküşüne şahit oluyoruz. Devlet dediğiniz kurum ve bakanlıklardan oluşur. Bunların hepsi çöküyor, işlevi kalmıyor. Politika üretemiyorlar. Çünkü kurumlar bitti. Önce gelenek ve görenekleri yok edildi, sonra hafızası yok edildi, liyakatsiz insanlar atandı. Çünkü liyakat değil, sadakat sistemi geçerli …”
Bütün bu söylenenlerin dayanılmaz ağırlığı altında vatandaş eziliyor zaten!… Cumhurbaşkanı Erdoğan ise vatandaşa sabır telkin etmekle yetiniyor!?
Başka da herhangi bir şey yazmama gerek yok diye düşünüyorum.