L.M. Montgomery / Roman / Yakamoz Kitap / 2020 / 367 sayfa
Ayşegül Şenay KAŞKAR –
Lucy Maud Montgomery, 1908’de Green Gables’in annesi ile başlayan bir dizi romanla tanınan bir Kanadalı yazardır. Kanada’daki Prens Edward Adası’nın Clifton bölgesinde 30 Kasım 1874’te dünyaya gelen Montgomery henüz yirmi bir aylıkken, annesini tüberkülozdan kaybetti. Babası, onu büyütmesi için büyükannesine emanet ettikten sonra başka bir şehre taşındı. Cavendish’te yaşamaya başlayan Montgomery’nin çocukluğu yalnızlık içinde, hayalî arkadaşlarla geçti. 1890 yılında, burada eğitimini tamamladıktan sonra, babası ve üvey annesiyle yaşamak için Prens Albert şehrine yerleşti. İlk şiiri yerel gazetelerde yayımlandıktan sonra düzenli olarak kısa yazılar da yazmaya başladı. Charlottetown’daki Prince of Wales Üniversitesi’ne girerek öğretmenlik lisansı aldı. Prens Edwards adasını çok seven Montgomery buradaki doğal güzellikler nedeniyle yaşadığı anlık huzurun, Yeşilin Kızı Anne (Anne of Green Gables) kitabına ilham verdiğini söylemiştir. 1896’da Yeni İskoçya’daki Dalhousie Üniversitesi’nde edebiyat okudu ve pek çok okulda öğretmenlik yaptı. 1897’den itibaren yazmaya başladığı yüzlerce kısa öykü, haftalık dergilerde yayımlandı. İlk kitabı Yeşilin Kızı Anne (Anne of Green Gables) 1908 yılında yayımladı. Kısa sürede altı baskısı gerçekleşen kitap büyük başarı kazandı. 1935 yılında Montgomery’e Britanya İmparatorluğu Nişanı verildi. 24 Nisan 1942’de Toronto’daki evinde hayatını kaybeden Montgomery, hayatı boyunca yirmi roman, beş yüzden fazla kısa hikâye, otobiyografi ve bir de şiir kitabı yazdı.
Montgomery’nin kitapları dünya çapında pek çok akademisyen ve okuyucu tarafından okunup incelenmiştir.
‘Edebiyatın en etkileyici ve en sevimli ikinci çocuğu’
Yeşilin kızı Anne (En), her yaştaki okuyucuya dönük bir kurgu roman olarak kaleme alınmış ve yirminci yüzyılın ortalarından bu yana klasik çocuk edebiyatı romanı olarak kabul edilmiştir. Kitabın arka kapağındaki tanıtım yazısında “Green Gableslı Anne, ölümsüz Alice’ten sonra edebiyatın en etkileyici ve en sevimli çocuğudur” der Mark Twain.
Matthew; yaklaşık altmış yaşında, uzun kahverengi sakallı, insanlarla pek diyalog kuramayan, içine kapalı, sessiz ve oldukça çalışkan bir adamdır. Kız kardeşi ise ondan beş yaş küçük, biraz hoşgörü yoksunu ve sert karakterli orta yaşlı bir kadındır. İkisi de hiç evlenmemiştir. Çiftlikleri küçük bir köy olan Avonlea’nın hemen dışındadır. Avonlea’daki herkes Cuthbert’leri huzurlu ve kendi içlerine kapalı bir aile olarak bilmektedir.
Anne Shirley, kimsesiz bir kızdır. Cuthbertler Anne’i evlat edinirler. Matthew ve Marilla aslında, tarlada kendilerine yardım edecek bir erkek çocuğu evlat edinmek isterler. Bir yanlış anlama sonucu Anne karşılarına çıkınca hayal kırıklığı ve duydukları korku sonucu onu yetimhaneye geri göndermeye karar verirler. Anne, istenmeyen bir çocuk olduğunu anlayınca çok üzülür ve bütün gece ağlar. Ertesi gün; adeta hiç susmamacasına konuşan ve hayallerinden bahseden Anne, bu iki yaşlı ve sakin insanı etkiler. Onu geri gönderemezler ve ona sahip çıkmaya karar verirler. Sessiz ve sakin bir yaşantının sürdüğü çiftlik evinin neşe kaynağı ve sesi olmuştur Anne.
9 yaşında, kızıl saçlı, çilli, mavi gözlü, şirin ve oldukça zayıf bir küçük kız olan Anne, sınırsız bir hayal gücüne sahiptir ve çok konuşan zeki bir kız olarak dikkat çekmektedir. Anne’in en büyük özelliği hayallere daldığı anda her şeyi unutabilmesidir. Marilla zaman zaman Anne’nın yaratıcı, sıradışı özelliklerini bastırmaya çalışsa da görür ki, o geveze ve meraklı küçük kız kalbinde kocaman bir yer edinmiştir bile. Bu duygularını bastırmaya çalışır ama bazen zor anlar yaşar ve neşeli kahkahalarını ahırdan duyan Matthew kardeşini şaşkın ama mutlulukla izler …
Tren istasyonunda eski bavulunun üzerinde çekingen bir şekilde otururken gördüğü ilk andan itibaren Anne’e kanı kaynamıştır Matthew’un da. Kız kardeşinin aksine en başından itibaren duyarlı ve ilgilidir ona karşı. Utangaç kişiliği nedeniyle özellikle kadınlarla iletişim kurmaktan ölesiye korkar ama büyük bir sessizlik ve meraklı gözlerle Anne’i dinler, başı ile onaylar ve onu kısa cümlelerle cesaretlendirmeye çalışır.
İki kardeşin de her geçen gün Anne’e karşı duydukları güzel hisler artmakta onu daha çok sevmektedirler.
Hayatı boyunca hep turuncu saçlarıyla alay edilen ve hiç gerçek bir arkadaşı olmayan Anne, komşu çiftliğin kızı Diana ile çok iyi arkadaş olur. Bu arkadaşlık ve karşılıksız sevgi Anne için sonsuz bir mutluluk kaynağı olur. Anne’in iyi bir eğitim almasını isteyen Cuthbert kardeşler Eylül ayında onu okula gönderirler. Okulda turuncu saçları ve hayal gücü ile herkesin dikkatini çeker. Zekâsı ve şirinliği ile herkese kendini sevdirir, çok başarılı hırslı bir öğrenci olur …
Anne; büyüyüp güzel bir genç kız olana kadar kendinin ve Cuthbert kardeşlerin başına bazen neşeli bazen de hüzünlü şeyler gelmesinin nedeni olacaktır …