Birol Öztürk / Biyografi / Gece Kitaplığı / Mart 2018 / 249 sayfa
Ayşegül Şenay KAŞKAR
Birol Öztürk, 21 Ekim 1972 tarihinde Ordu’da doğdu. Çocukluğu Karadeniz’in yüksek bir dağ köyünde geçti. Bu seneler, romanlarını ve anı derlemelerini besledi. İlk, orta ve lise öğrenimini Ordu’da tamamladı. Hukukçu olmak istiyordu ama iktisat fakültesini bitirdi. 1997 yılında mezun olan Öztürk bir süre özel sektörde çalıştı. Askerliğini Doğubeyazıt’ta tamamladı. Özellikle biyografi ve biyografik roman türlerinde eserler veren Birol Öztürk bu alanda çalışmalarına devam etmektedir.
Deniz ile evli olan yazarın Dağ adında bir oğlu vardır.
Kitapları
Herkesin Babası Ölür, Harman, YazıYorum1, YazıYorum2, Deniz Gezmiş, Rus İhtilali, Bir Aşktır Devrim, Ben Hep 17 Yaşındaydım, Son Mektup, Çalı Çileği, Gelin Kayası, Demir Dediğin, Orda Bir Köy Vardı, Ömür Dediğin, Tahta Tabureler, Her Dem Her Yön, Şeyh Bedrettin, Ordu’nun Dereleri, Arkadaşım, Ezgi, Ahmet Arif Maviye Çalar Gözlerin, Ahmet Kaya Hoşçakal İki Gözüm, Yılmaz Güney, Didou Nana Kazım Koyuncu, Kesik Baş, Yaşımı Büyütüp Astılar, İks Kuşağı Öyküleri ve Keşke
Denizin ve Rüzgârın Oğlu
Didou Nana Didou
Dağdan ve denizden esen rüzgârın dilinden bilendi o…
“Bu kitap, 1986 yılında Çernobil’de büyük ihmaller sonucunda işlenen cinayetlerle, bundan sonra artarak devam edenlerin maktullerine atfedilmiştir.
Dileğim o ki; bu büyük felaketlerin müsebbipleri bile bu türden acılarla test edilmesinler!”
Birol Öztürk
Çernobil nükleer santralinde meydana gelen patlamanın sonrasında nesiller boyunca devam eden ölümler, sakat doğumlar olmuştur. Önceleri, çok uzağındaki Karadeniz’de bunun etkilerinin görülebileceğini halk düşünemez. Hatta dönemin Sanayi Bakanı Cahit Aral, ekranlar karşısında ince belli bardaktan çayı yudumlarken: “İşte bakın ben de içiyorum. Zehirli olsa hiç içer miyim?” diyerek Türk siyaset tarihine geçiyordu.
Okullarda, kışlalarda 1986 mahsulü kabuklu fındık dağıtıldı… Aklı erenler yalvarırcasına; “Yemeyin” dediler. Her biri teker teker “Vatan haini, servet düşmanı, hükümet düşmanı” ilan edildiler…
Kâzım 23 Nisan 2005 tarihinde İstanbul’da düzenlenen “Çernobil’in Etkileri ve Hasta Hakları” paneline katılır. O yıllarda akciğer kanseriyle mücadele etmekte ve gördüğü kemoterapi sonrası saçsız, kaşsız, kirpiksiz ve yorgun bir yüzle ama yine de yaşama olan inancı ile katılır ve “Türkiye’de bir sistem sorunu var. Beni radyasyon değil Türkiye’deki sistem kanser etti!” der.
Panelde “Devlet, Karadeniz’de ücretsiz sağlık taraması yapsın” talebi sloganlaşır…
Bu panelden kısa bir süre sonra, 25 Haziran 2005’te o güzel insan aramızdan ayrıldı…
“İşte gidiyorum bir şey demeden
Arkamı dönmeden, şikayet etmeden
Hiçbir şey almadan, bir şey vermeden
Yol ayrılmış, görmeden gidiyorum
Ne küslük var ne pişmanlık kalbimde
Yürüyorum sanki senin yanında
Sesin uzaklaşır, her bir adımda
Ayak izim, kalmadan, gidiyorum
Gerdiğin tel, kalbimde kırılmadı
Gönül kuşu şarkıdan yorulmadı
Bana kimse sen gibi sarılmadı
Işığımız sönmeden gidiyorum” dizeleriyle veda etti…
“Bu arada, hiç başımızdan eksik olmayan gökyüzüne, günün karanlık saatlerine, ara sıra kopsa da fırtınalara, bir gün boğulacağımız denizlere, eski günlere, neler olacağını bilmesek de geleceğe, kötülüklerle dolu olsa bile tarihe, tarihin akışını düze çıkarmaya çalışan tüm güzel yüzlü çocuklara, Donkişotlara, ateş hırsızlarına, Ernesto Che Guevara’ya, yollara – yolculara, sevgililere, sevişmelere, sadece düşleyebildiğimiz olamazlıklara, üşürken ısınmalara, her şeyden sıcak annelere, babalara ve tadını bütün bunlardan alan şarkılara kendi sıcaklığımızı gönderiyoruz.
Kötü şeyler gördük. Savaşlar, katliamlar, ölen-öldürülen çocuklar gördük. Kendi dilini, kendi kültürünü, kendisini kaybeden insanlar-topluluklar gördük. Yanan köyler, kentler, ormanlar, hayvanlar gördük. Yoksul insanlar, ağlayan anneler, babalar, her gün sokaklarda bile bile ölüme koşan çocuklar gördük.
Biz de öldük.
Ama her şeye rağmen bu yeryüzünde şarkılar söyledik.
Teşekkürler dünya!”
Kazım Koyuncu