Gülseren Budayıcıoğlu / Roman / Doğan Kitap Yayınları 2019 / 350 sayfa
Ayşegül Şenay KAŞKAR
Gülseren Budayıcıoğlu, 1947 yılında Ankara’da dünyaya geldi. Annesi, babası ve iki kardeşiyle birlikte çocukluk yıllarını başkentin Cebeci ilçesinde geçirdi. Ortaokul ve lise öğrenimini TED Ankara Koleji’nde tamamlayan Budayıcıoğlu, edebiyata olan ilgisini de bu yıllarda keşfetti. Ancak ailesi ve okuldaki başarıları, onu lisans öğrenimi için tıp bölümünü seçmeye yöneltti. Budayıcıoğlu böylece Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne kayıt yaptırdı. Ayrıca öğrenimi sırasında TRT’nin açtığı spikerlik kursuna da kaydoldu.
Budayıcıoğlu, TRT’deki beş yıllık spikerlik ve sunuculuk deneyiminin ardından 1972’de lisans öğrenimini tamamladı. Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin Psikiyatri Bölümü’nde asistan olarak çalışmaya başladı. 10 yıllık akademi kariyerinin ardından üniversiteden ayrılarak doktorluğa yöneldi. Mesleğini 23 yıl boyunca icra ettikten sonra 2005’te kendisine ait bir psikiyatri merkezi kurdu. “Madalyon Psikiyatri Merkezi” adıyla günümüzde de faaliyet gösteren bu kurum, isim olarak Budayıcıoğlu’nun 2004’te yayımladığı ilk kitabından da izler taşıyor: Madalyonun İçi …
Mesleki tecrübelerinden yola çıkarak yazdıklarıyla geniş bir okuyucu kitlesine ulaşan Psikiyatr Dr. Gülseren Budayıcıoğlu, çağdaş Türk edebiyatının en çok takip edilen yazarları arasında yer alıyor. Kitapları televizyon dizilerine de uyarlanan yazar, eserlerinde ağırlıklı olarak karşılaştığı ilginç psikiyatri vakalarını ve danışanlarının yaşam öykülerini aktarıyor. Bu yönüyle yazar, okurlarını da terapi niteliği taşıyan kitaplarla buluşturuyor.
Budayıcıoğlu hakkında olumlu düşüncelere sahip olanlar kadar hastalarının mahremiyetini herkesle paylaşarak çıkar sağlamakla suçlayanlar var. Kitaplarında “Müthiş ayrıntılar ve ruh çözümlemeleri”nin olduğunu, yazım dilinin ise “Çok anlaşılır ve akıcı” olduğunu ifade edenler kadar, “kitaplarında edebi bir derinlik olmadığı” ve satır aralarında “sürekli kendisini övdüğü” eleştirileri de bulunuyor …
Kitapları
Madalyonun İçi, Bir Psikiyatrın Not Defterinden , Günahın Üç Rengi, Madalyonun Öteki Yüzü, Hayata Dön, Kral Kaybederse, Camdaki Kız, Kırmızı Pelerin
Yine “gerçek bir yaşam hikâyesi”
Camdaki Kız’ın arka kapağında Dr. Gülseren Budayıcıoğlu şöyle diyor:
“Küçükken çekilen acıların ateşi kolay sönmüyor, kolay unutulmuyor ve izlerini hayatımız boyunca üstümüzde taşıyoruz.
Aşk yakıyor
Ayrılık kavuruyor
Aldatılmaksa hep çok acıtıyor…
Bize çocukluk acılarını tekrar yaşatacak kişileri gözünden tanır, başkasına değil, ona âşık oluruz. Hayat onu kendi ellerimizle buldurur bize.
Kaderimiz aslında doğduğumuz evlerde yazılır. Yine o evlerde yaralanır, o yaralarla büyür, sonunda o yaraların bizi götürdüğü yere gideriz. Ancak mutluluk her zaman o yolda değildir…
Bu kitapta her zamanki gibi gerçek bir yaşam hikâyesi anlatacağım sizlere. Hep lüks içinde yaşamış ama kaderi daha baştan kötü yazılmış Camdaki Kız ile bir varoş çocuğunun aşk hikâyesi bu.”
‘Camdaki Kız’
Küçük yaşlarda lüks bir hayat yaşayıp daha sonra yine zengin ve köklü bir aileye gelin giden Nalan, bir gün zorla bir psikiyatri kliniğine getirilir. Onu buraya getiren yedi yıldır birlikte yaşadığı sevgilisi Hayri’dir. Hayri Nalan’a hayatında başka biri olduğunu söyleyince, Nalan’ın bütün dünyası yıkılmış krizler geçirerek intihar edeceğini söylemeye başlamıştır. Geldiği her seansta doktoruna bütün hayat hikayesini yavaş yavaş anlatır Nalan. Başta Hayri ile olan ilişkisini ve Hayri’nin onu terk etmesinden ne kadar korktuğunu anlatır.
…
Bir iç mimar olan Nalan, şirketinde çalıştığı zengin iş adamının oğlu Sedat ile evlenir. Her ne kadar, kayınvalidesi ve kayınpederi onu her zaman desteklese, onlarla arasında bir sorun olmasa da kocası ona hiçbir zaman sevgi, şefkat gibi duygular göstermez. Aklı sadece en son moda şık kıyafetler giymek, en güzel yerlerde gezmek, lüks arabalar almak, arkadaşlarıyla takılmak ve babasından gizli kumar oynamak olan Sedat, Nalan’ın kendisine gösterdiği yakınlığa karşılık vermez. Hamileliği ve bebeğini kaybetmesinin ardından ağır bir depresyona girer ve bir süre işten ayrılır. Bu arada anne ve babasını da kaybeder. Bir zaman sonra kayınbiraderinin desteği ile tekrar işe döner. Şoförlüğü ve korumalığını yapması için şirkette çalışan Hayri yanına verilir. Hayri uzun zamandır Nalan’a ilgi duymaktadır. Zaten sevgiye, ilgiye aç olan Nalan bir süre sonra Hayri’den çok etkilenir. Ama evliyken böyle bir ilişki yaşamayacak kadar namuslu olduğu için kocasından boşanır ve Hayri ile 7 yıl sürecek olan bir ilişkiye başlar.
Bu arada Hayri evli ve üç çocuk babasıdır. Karısı Türkan köydeki kuma hayatına alışkın olduğu için Nalan’ı kolayca kabullenir. Nalan da çocukları babasız kalmasın diye Hayri’den boşanmasını istemez. Hatta Hayri bir gün karısını ve çocuklarını Nalan’la tanıştırır. Türkan Nalan’ı çok sever, sürekli kızlarını alıp onu görmeye gider. Ona göre Nalan görgülü, terbiyeli hanım bir kadındır, o yüzden bu ilişkiden hiç rahatsız olmaz.
Nalan her seansa geldiğinde doktoru onda Hayri’nin kendisini terk etmesi korkusundan başka çocukluğunda yaşadığı ağır travmalar olduğunu fark eder. Uzun bir zaman sonra Nalan yaşadığı çocukluk acılarını, korkularını da anlatır. Anne ve baba dediği kişilerin aslında anneannesi ve dedesi olduğunu, annesinin ortaokul yıllarındayken yanlarına gelen küçük dayısı tarafından hamile kaldığını ve kendisini doğururken öldüğünü gözyaşları içinde anlatır. Anneannesi ve dedesi onu yanlarına alıp en güzel okullarda, lüks bir hayat içinde yaşatmış ama kendi yaşadıkları acı ve utanç yüzünden asla onu sevmemiş bir kez olsun başını bile okşamamışlardır. Nalan bütün bunları evlendikten sonra babası öldüğünde öğrenmiş ve yaşadığı onca acının üstüne bir de bu eklenmiştir.
Bütün bunlardan sonra hayatına giren Hayri ona hayatı boyunca ne ailesinden ne kocasından görmediği sevgiyi, şefkati, aşkı yaşatır. Hayri kendini bir aşk adamı olarak görür. Ona göre kalbi o kadar geniştir ki bir sürü kadını sevebilir. Nalan’la ilişkisi devam ederken bir gün bir meyhanede tanıştığı bir başka kadına aşık olur. …