BAKTIKÇA … – soru/yorum – A. Kemal KAŞKAR
‘Tribünlere oynamak’ diye, çok bilinir bir deyimimiz var. TDK Sözlük’te anlamı şöyle yazıyor:
“İş yapmadığı hâlde kendini iş yapıyor gibi göstermek.”
Bu deyimde ‘iş yapmayan’ diye anılan kişinin “siyasetçi” olma ihtimali çok yaygın bir kanaatimizdir. Toplumsal bilinçaltımızda bu yönde bir dolu deneyimimiz mevcuttur. “Kunduramın altı yok üstünü fırçalarım” deyimimiz ile anlatılmak istenen bir “iş görme tarzı”dır bu. Yaygın bir tarz-ı siyasettir.
Dolayısıyla sevgili siyaset kürsüsünün hayat damarlarından biri, belki de en önemlisidir ‘tribün’. Elbette burada ‘tribün’le kastedilen Fenerbahçe ya da Beşiktaş statlarının tribünleri değil, ‘tüm ülke sathı’ olarak da ifade edilebilecek toplumsalon – salomanjelerimizdir.
Yıllarcadır böyledir bu. Ve bu tarz siyaset – siyasetçinin bir başka ezberi de, oyunlara muhatap olan tribünlerden, kendilerine yönelik bir ‘karşı çıkan tepki’ geldiği anda hemen “tribüne siyaset karıştırmama” söylemidir.
‘Sağduyulu görünümlü’ bu çağrı mantıklı mıdır? Kesinlikle hayır. Siyasetin hedef kitlelerinin bulunduğu bir yerin ‘siyaset dışı’, ‘siyaset üstü’ ya da ‘siyaset karıştırılmayacak’ bir yer olarak tarif edilmeye çalışması ‘tribünün tabiatı’na ya da son dönemde popülerleştirilmiş deyişle ‘fıtrat’ına aykırıdır.
Anlatmaya, dikkat çekmeye çalıştığım; tribün denilen yerin, en çok da ‘siyaset’ için, ‘siyasetçi’ için vazgeçilemez önem taşıdığıdır. Bir yandan siyaset sahnesinin izlendiği yerdir, öte yandan da burada sahnelenenlere verilen, gösterilen tepkilerin sahnedekiler için yol gösterici, tayin edici değeri vardır. Bu bakımdan, verdiği tepkiler görmezden, duymazdan gelinebilecek bir yer asla değildir, olamaz.
…
Gelelim Fenerbahçe ve Beşiktaş tribünlerinden yükselen ‘hükümet istifa’ sloganları sonrasında ortaya çıkan gereksiz, kontrolsüz, ölçüsüz tepkilere …
Malûm, “Yönetim istifa!”, bilhassa futbol liglerinde mücadele eden kulüp taraftarlarının, takımlarının – diyelim ki – peş peşe yenilgiler alması ya da bir türlü galibiyet alamaması, yani ‘işlerin iyi gitmemesi’ nedeniyle, kulüp yönetimlerini uyarmak, rahatsız edip başarısızlığa çare bulmalarını sağlamak için zaman zaman tribünlerden ve hatta kulüp binalarının önüne giderek attıkları ‘faydalı’ bir slogandır. Bir tür ‘tehlike sinyali’ vermektir. Dikkat çekmeye çalışmaktır.
Bu slogana muhatap olan kulüp yönetimlerinin, “futbola siyaset karıştırıyorsunuz” deyip taraftarları susturmak için ne gibi ‘tedbirler’ alsak ya da “maçları seyircisiz oynatıp” sessizliği mi sağlasak gibi şeyler düşünmemesi gerekir. Elbette “top yuvarlaktır” deyip kulaklarının üstüne yatabilir, “önümüzdeki maçlara bakacağız” diye diye zaman kazanmaya, tepkileri soğutmaya çalışabilirler. Ama öte yandan, eğer iyi niyetlerle yapabileceklerse, olumsuz gidişi durdurmak için çareler arayıp bulmaya çalışırlar. Çare bulunursa ne alâ, ama ola ki bulunamazsa, üstesinden gelinemezse, çare arayışını olağanüstü kongrenin toplanmasına dek taşıyabilirler …
Bu; ‘tribünün siyasete katılım talebi’ ve giderek de ‘rolü’ olarak görülüp değerlendirilebilir. Aksi tutumlar, toplumsal bünyemizin beden ve ruh sağlığı bakımından sancılar, sorunlar üretir. Dolayısıyla, yaşamımızın her yerinde olduğu gibi tribünlerde de siyaset vardır, yapılır ve üstelik bu gereklidir, yararlıdır. Ne ki, ‘itiş kakışlı, tekmeli yumruklu kavga tabloları’ olmasın, oluşmasın, yaşanmasın tribünlerde …
Bu pencereden bakıldığında, tribünlerden ‘hükümet istifa’ denmesi, iktidar çevrelerinin, sözcülerinin iddia ettiklerinin aksine demokrasimiz için faydalıdır, hatta ‘olmazsa olmaz’dır.
Sevgili taraftarlar, kulüp yönetimleri ile ilgili “Yönetim uyuma, taraftara sahip çık!”, “Yönetim şaşırma, sabrımızı taşırma!” diyebildikleri gibi, gerek duyduklarında ülke yönetimine de seslerini duyurmalıdır elbette … Bu sesleri engellemeye kalkmak, susturmak istemek olacak şey değildir. Tercihinizi engelleme-susturma yönünde kullansanız da, arzu ettiğiniz sonuçlara ulaşmanız mümkün değildir.
…
Tam da bu noktada, Sevgili Bilgin Gökberk’in, spora girenin ‘siyaset’ değil ‘iktidar’ olduğuna dikkat çekmesinin, bize yaşatılan bu tablonun çok yerinde bir özeti olduğunu şuracığa not etmeliyim.
…
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 6 Şubat depreminden sonraki üçüncü haftada: “Sarsıntıların yıkıcı etkisi, olumsuz hava şartları, hasar gören alt yapının getirdiği zorluklar gibi sebeplerle maalesef ilk birkaç gün Adıyaman’da arzu ettiğimiz etkinlikte çalışma yürütemedik. Bunun için sizden helallik istiyorum. Her şeyin farkındayız ve gereğini yapacağımızdan kimsenin şüphesi olmasın” dediyse, başta doğrudan depremzede vatandaşlar olmak üzere, dolayısıyla da gazetecilerin, muhalefet partilerinin, meslek odalarının, baroların, sendikaların, sivil toplum örgütlerinin, gözü-kulağı olan herkesin, hepimizin farklı şekilde ‘gecikme ve yetersizlikler’i dile – gündeme getirişlerine niye “ahlaksızlık, namussuzluk, adilik, arızalılık, arsızlık, art niyetlilik” deyip deyip de ötekileştirilip hakaretler edildi ki?
Elbette tam da burada, öldüren gecikme – yetersizliklerin nedenleri sıralamasında; depremin çok büyük olması, havanın oluşturduğu engeller, altyapıların çökmesi gibi ‘dış şartlar’ın yanına, bir türlü ‘21 yıllık iktidar’ olarak kişisel-kurumsal sorumlulukların dahil edilememesine dikkat çekmeliyim.
Siyasi iktidarın yıllarcadır bu ‘sorumsuzluk kültürü’ ile hareket etmesiyle ortaya çıkan pek çok olumsuzluğun içinde, örneğin Devlet Bahçeli ve birkaç MHP yöneticisinin Beşiktaş üyeliğinden istifa etmesinin hiçbir mana ve ehemmiyeti yoktur. Beklenen ‘istifalar’ bunlar değildir.
Bütün bu yaşananlar içinde “hükümet istifa” diye bağırmaktan daha haklı, daha doğru bir tavır yok.
…
İktidarın söylemi tümden sorunlu, düşmanlaştırıcı:
“ … Dalkavuklara asla kulak asmayın. Bir taraftan AFAD’a bir taraftan Kızılayımıza, birçok STK’larımıza saldıran bu dalkavuklara asla kulak asmayın. …”
Birincisi: Dalkavuk dediklerinizin, tam aksine ‘dalkavukluk’ etmedikleri kesin. Çünkü dalkavukluk; “Çıkar ve yarar beklediği ya da sağladığı kimselere yaranmak isteyen kimse ve de (tarihsel bakımdan) saraylarda devlet büyüklerini eğlendiren kimse” olarak tarif ediliyor.
İkincisi: Kimsenin bir yere saldırdığı falan yok. Saldırmak, saldırganlık başka bir şey. Yapılmak istenense, gerçeği, yalnızca gerçeği, yapılan yanlışları, yetkili – görevli kişi ve kurumların görev ve sorumluluklarını yerine getirmediklerini dile – gündeme getirmek, eleştirmekten ibarettir.
…
Bir grup Fenerbahçe ve Beşiktaşlı taraftar tarafından koca koca stadyumların tribünlerinden yükseltilen ‘hükümet istifa’ sloganlarının ardından sevgili ülkemizde yaşananlara, söylenenlere bakar mısınız … Elbette hiçbir slogan, ortada hiçbir neden yokken atılmaz! Bu sloganın atılması da öyle olmuştur. Ama slogan atıldıktan sonra bazı kulüplerce yapılan açıklamalardaki ‘düşmanlaştırıcı dil’e baksanıza:
“Birilerinin hazımsızlığına uşaklık yapmak”, “Alçakça provokasyona kalkışmak”, “Foseptik farelerinin çığlıkları”, “Lejyoner taraftar müsveddeleri”, “Tribünlerde yapılmaya çalışılan kirli siyaset ve zilletin farkındayız”, “Çirkin bir siyasete payanda olanlar” … “Etik dışı planlı provokasyon”, “Futbola siyaset sokma ve ayrıştırma çabası içinde olanlar”, …
Bu ‘dil’, asla kabul edilemez ve sürdürülemez.
Ancak ‘Hükümet istifa’ sloganı, ülkemizin düşe kalka yürümeye çalıştığı demokrasi yolculuğunda zaman zaman kullanılan, demokratik saygı ve terbiye kuralları dahilinde ‘sürdürülebilir’ bir slogandır.
Dün vardı, bugün var, yarın da var olacaktır.
Bu slogana; sistemimizin ‘parlamentoya dayalı seçilmiş başbakanlı hükümet’ değil de ‘seçilmiş cumhurbaşkanlığının atanmış hükümet sistemi’ haline getirilmiş olması nedeniyle: “Tam isabet etmiyor!” diyerek inceden bir karşı çıkışta bulunanlar var. Onlar, ‘Cumhurbaşkanı’nın istifasının talep edilmesinin ‘sistemin teknik özellikleri’ bakımından daha uygun olacağı görüşündeler. Neyse … Konumuz, sevgili ülkemizde ‘istifa talebi’nin normal demokratik bir talep muamelesi görememesi ve bunun oluşturduğu anti-demokratik risklere dikkat çekilmesidir. Dikkatinizi çekiyorum.
…
Kızılay konusuna hiç giresim yok, gerekçem de çok basit: Çünkü Kızılay, “içinden çıkılamaz” duruma getirilmiş bulunuyor. ‘Kapalı alan fobim’ olmadığı halde ve dışarlarda bi’yerlerde durduğum halde, içime daral geldi, getirildi vallahi!…
…
Depremde en yakınlarını, her şeylerini kaybetmenin insanımızı ne hale getirdiğini anlatabilmek ne kadar güç, hatta olanaksız, farkında mısınız … Ama şu cümlenin gücüne bakar mısınız:
“Dayımın oğlunu kurtardık … Hanımı ölü kurtardık …”
…
Hatay Samandağ Belediye Başkanı Refik Eryılmaz, kendisine bağırıp çağıran, adeta yakasına yapışan hemşerisinin karşısındaki çaresiz duruşunu anlatıp ekliyor: “Sarılmaktan başka yapacak, diyecek bir şey yok!”
Sayın Eryılmaz’ın bu duruşunu, bu tutumunu, iktidar temsilcileri, sözcüleri örnek alırlar mı acaba, ne dersiniz?
…
Sevgili ülkemizde ‘protesto hakkı’ tümden yok edilmiş durumda. Başta İstanbul ve Ankara’da olmak üzere, deprem bölgesinde yaşanıyor olan sorunlara kamuoyunun dikkatini çekmek, yetkilileri; görevlerini ciddiyetle ve sorumlulukla yapmaya davet amaçlı basın açıklamalarına ‘gözaltılı engelleme’ tavrı, ‘olağan bir hâl’ durumuna geldi ne yazık ki … Bu haftaki notlarım arasına, son anda bunu da eklemesem olmazdı …
